Özlüyorum!
Poyrazlı Yüce Yaylaları
Gürül gürül çağlayan olukları…
Yarpız kokulu dereleri…
Ve Torosların şefkatli kalbinden süzülürek gelen bir katran ağacının kökleri arasından çıkan soğuk pınarları…
Ardıç, katran ve ladinler arasında meleşen oğlak ve kuzuları…
Özlüyorum kekik kokulu koyakları ve Yalçın kayalar içinde saklı kar deliklerini…
Dağlarda karlar eridiğinde yazın sıcağından kaçıp kurtulduğumuz serin yaylaları, Alpin bozkırları, yaptığımız pekmezli karlamayı ve sıcak sohbetlerin döndüğü ardıç gölgelerini…
Ve sonsuz bir haz aldığımız ocak başındaki sohbetlerimizi…
Sabahın seher vakti kalkıp namazını kılıp mırıl mırıl duasını edip oğlakları guzluklarından salmaya giden ebemi özlüyorum...
Ve özlüyorum Cuma günleri Cuma namazına sehile gidip dönüşünde eli boş gelemeyen büsküvü, helva, çay şeker… getiren dedemi ve emmimi…
Özlüyorum “Gölge Taşı”na bakıp Ebe’min hadi yavrum “gölge döndü” davar sağım vaktı geldi davarlarımız sür de gel! deyişini…
Özlüyorum havut tasına gelmeyen, keçilerin ardın koşup yakalamayı…
Sarp kayalara çıkan keçi ve oğlakları indirmeyi…
Özlüyorum davar sağımı bittikten sonra koşar adımlarla kuzluğa gidip analarına kavuşma hasretiyle uçarcasına meleşerek koşan oğlakların ardından onlarla yarışırcasına koştuğum günleri…
Ansızın bir koyaktan fırlayan tavşanı ve pusuda bekleyen her daim tetikte kınalı kekliğin ötüşünü özlüyorum…
Hasretim, katığın tek çeşit olduğu akşam yemeklerine…
Özlüyorum Kır’a sürülen davarın arkasında gitmeyi ve Goca muar başında sırtımdaki peynir, ekmek ve bir baş kuru soğandan oluşan azığımı müthiş bir iştah ve iştiyakla yediğim günleri…
Ve özlüyorum sehilde okulumun bitip de biran önce ebemin yanına yaylaya gitsem diye buram buram hasret çektiğim özlem dolu günleri…
Unutamıyorum Yangılı ve Keli’nin önünde davar arkasında bulduğum ve koşarak kucağına atladığım Ebem ile vuslat anını…
Özlüyorum ayakta aşınmış bir kara lastik pabuç, bacakta yamalı bir pontil, üzerimde eski bir gocuğu, cebimden eksik etmediğim küçük çakımı ve boynumdan hiç düşürmediğim serum lastiğinden ve şimşirden sapanımı…
Özlüyorum kara çadır ve de tek odalı taş yayla evlerinde eşsiz bir haz içinde daldığım uykuyu ve rüyamda gördüğüm geyikleri…
Ve özlüyorum bir misafiri geldiği zaman bir oğlağı kesip ikram eden dedemin cömert yüreğini ve dudaklarından dökülen asırlık bir tecrübeyle sabit nasihat dolu sözlerini…
Yoldan her gelip geçene ekmek su veren ve Oğlum! Her geleni Hızır her gece Kadir bil! diyen Ebemi özlüyorum...
Gönlü zengin yörükleri, vefakar cefakar… yüzlerini yaylanın güneşinin kararttığı, poyrazın kavurduğu ancak yüreğinin saflığının gözlerinin ışığına yansıdığı hayata dört elle bağlı ama her daim tevekkül içinde kanaatkar yörük ağabeyimi, bacımı, emmimi, dayımı ötemi berimi O güzel insanları özlüyorum…
Velhasıl o sadeliği… bugün hoyratça yaşadığımız ve hızla tükettiğimiz değerlerimizin aksine saatlerce yürüdüğümüz yayla yollarını serin bir (i)ladin ağacı gölgesinde gölgelenmeyi..
Derin kokularını rüzgarın getirdiği kekik kokulu koyak ve boğazlardan kekik, porçavla, aş kekiği deşirmeyi…
Velhasıl özlüyorum o günleri…
Kendi öz benliğimi…
Vatan-ı Aslimi…
Özlüyorum!...
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.
azizim yazın müthiş...gönlüne sağlık ...özlemlerini bitirmek için beklıyorum ardıç gölgeliklerine...antalya kumluca...selamlar