Türkiye, 2005 yılını “Afrika Yılı” yılı ilan etti. Cumhuriyetle birlikte küresel iddialarını da terkeden Türkiye’nin bu adımı oldukça önemliydi. Ama Afrika’ya hangi medeniyeti transfer edecekti, Türkiye? Kemalizm, Afrikalı insanları tatmin eder miydi? AK Parti iddialı bir adım atmıştı ve anlaşılan medeniyet kervanı yolda düzülecekti.
Liberal ve muhafazakâr değerlerle Türkiye iddia olabilir miydi? 2005 yılı Türkiye’nin AB hevesinin oldukça yoğun yaşandığı yıllardı. Zaten liberal değerler Türkiye’den çok Batılı değer ve kavramlardı. Bir rüyadaydı Türkiye.
Liberalizm ve demokrasi siyasal mücadelenin ambalajıydı ve ABD’nin Irak’ı işgalinden bu yana tedavüldeki değeri hızla düşmüştür. AB, Leyla Şahin Davası’ndan bu yana medeniyet projesine veda etmişti. Çünkü bu dava ile İslam ile baş edemeyeceğini ilan etmişti. Bu sebeple Türkiye’nin Afrika Açılımı başarılı olamadı. Başarılı olsaydı bile bu Türkiye’nin değil ancak Batılı kavramların değeri olabilirdi. Netice de Türkiye, Afrika’ya sadece maddi yatırımlar yapabildi. Kültürel ve siyasi değerleri taşıyamadı. Taşıyamazdı da.
Osmanlı sonrası kurduğumuz devlet; İslam ile sorunlu yaşamış ve Kürt Meselesi’ni çözemedi. Halk ile otorite arasında doku uyuşmazlığı söz konusuydu. Ne yazık ki 2005’ten 2013 yılına kadar devlet, sorunlarını Anayasal bağlamda çözememiştir. Bu sebeple bırakın Afrika’yı kendi insanlarının problemlerini çözememiş bir yapıyla karşı karşıyayız. Şimdilik Başbakan Tayyip Erdoğan’ın karizmasıyla yürüyoruz. Ya sonra? Gelelim Suriye meselesine.
Biliyorsunuz bundan 3 yıl önce Suriye Halkı, zalim Esed yönetimine karşı silahsız gösteriler düzenledi. Sosyalist-Baas Yönetimi silahsız göstericilere ateşle karşılık verdi. Bir günde 360 insanın öldüğü günler yaşadık. Gökleri bile ağlatan bu zulüm karşısında Suriye Ordusu bölündü. İnsanlar yeni bir ordu kurdu: Özgür Suriye Ordusu. Esed gerçekten zor durumdaydı. Tam bu sırada Esedlerin Humeyni’den bu yana dostu İran ve Hizbullah şebekesi Sosyalist din kardeşlerine yardıma koştu. Buraya kadar doğal.
Bu noktadan sonra ne Özgür Suriye Ordusu’na destek veren Türkiye ne de vahşi Humeynizm İdeolojisine sahip olan İran bir düzen kuramadı. İş bu mecrada akıp giderken Suriye muhalefeti İslamlaşmaya başladı. İşte bu İslamlaşma sürecini kurulduğu günden bu yana İslam’a sinsice düşmanlık yapan İran taşıyamadığı gibi Cumhuriyetle birlikte İslam’ın siyasal yanıyla ilgisini kopartan Türkiye’de taşıyamadı. Çünkü ne İran’ın ne de Türkiye’nin bu coğrafyayı yani Ortadoğu’yu idare edecek gücü vardı. Silahlı güçten bahsetmiyorum. Kültürel, siyasi ve sosyal güçten. Moral değerlerden. Bu yazımızda bebekleri bile yakarak öldüren ve Irak ve Afganistan’da ABD ile katliam işbirliği yapan takiyyeci İran’ı bir kenara bırakalım. Türkiye’yi incelemeye çalışalım.
Türkiye, Suriye’deki muhalefeti taşıyabilir mi? Suriye’deki müslümanların mazluma sahip çıktığı için Tayyip Erdoğan’ı sevdiği bir gerçek. Ama Türkiye’nin devlet yapısı taşıyabilir mi? Laik bir devletin taşıyabileceğini söylemek pek inandırıcı değil. Ayrıca Türkiye daha son paketlere rağmen başörtüsü sorununu bile çözemiyor. Müslümanların anayasal varlıkları bile tanınmamış. Resmen cemaat olma hakkı tanınmamış “asli unsurdan” bahsediyorum.
Türkiye harf devriminden sonra çok şey kaybetti. Bakmayın İlahiyat Fakültelerine. Oradan mezun olanların çoğu Osmanlı’da ilkokul öğretmeni bile olamazdı. İslam’ın bütününü kucaklamaktan mahrum bir okuldan bahsediyoruz. (İlahiyat meselesine başka yazıda değiniriz.)
Şimdi Türkiye, Suriye’de İslam ile yüzleşme halinde. Ama onu karşılayacak dini, kültürel ve siyasi gücü yok. Tayyip Erdoğan’ın karizması da yetmez. Niye yetmez? Yaptıkları işler açısından birçok takdiri hak eden Tayyip Erdoğan’a dikkat edelim. İktidara geldiği günden bu yana yaptığı açılımların (Ermeni, Kıbrıs, Kürt, İslam, Alevi vs.) hangisini başardı? Bütün yaptıkları açılımlar ya hep yarım kaldı ya da Türkiye’nin sosyolojisini takip etmekle sınırlı kaldı. Bunun Tayyip Erdoğan’ın şahsı ile de alakası bir yere kadar. Temel mesele sistemin temel kodları buna izin vermiyor.
Şimdi Türkiye’nin Suriye’de düşmeye başladığı oyuna gelince…
İlk önce İran, İsrail ve Türkiye’de yayınlanan Türkçe Amerikan Gazeteleri, Türkiye’nin Suriye’de terör örgütlerine destek verdiği yalanlarını servis ettiler. Bu servis veya tezgâh karşısında hükümetin şoka uğradığı bir gerçek. Mikrofonu eline alan her hükümet yetkilisi, “Türkiye’nin Suriye’de el-Kaide gibi terör örgütlerine destek vermediğini” ifade etmek zorunda kalmışlardır. Ama bu süreçte Türkiye şunu da gördü: Suriye’deki muhalefeti taşıyamıyor ve taşısa bile Suriye’de bir düzen kuramıyor. Kendisinin sahip olduğu devlet paradigmasını Suriye’ye sunsa bizzat Türkiye halkı memnun değil. İslami yönü de pek fazla inandırıcı değil. İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı da teorik planda bile bir düzen kuramıyor.
İşte tam bu noktada Türkiye iki yönlü bir proje sahneye koymaya hazırlanıyor.
Birincisi: Suriye’de şer’i bir yönetim isteyen İslami Örgütleri zayıflatmak ve onlarla mücadele etmek.
İkincisi: Suriye’deki İslami yapıyı dönüştürmek. Laiklik ile İslam’ın, liberalizmle İslam’ın yan yana yürüyebileceği tezini yaymak.
Türkiye, İslam’ı dönüştürecek güce sahip değil. Bir yanı Kemalizm diğer yanı laiklik olan ve sığ bir İslam anlayışına dayanan İlahiyat Fakülteleriyle nereye kadar? Bizzat Türkiye’de İslam ile olan gerilim meselesi halledilebilmiş değil.
Suriye’deki İslami Örgütlerle savaşması da mümkün değil. Çünkü bu zamanda Ortadoğu Halklarıyla savaşmak zorunda kalacaktır. Kısaca Türkiye orta vadede belki de çok kısa zaman diliminde çok tehlikeli bir savaşın içerisine çekilebilir. İran’ın tek başına taşıyamadığı vahşet kendisine ihale edilebilir.
Türkiye kendi gücünü abartmamalıdır. Hala yeni açıkladığı Demokratikleşme Paketi sosyal hayatta test edilmemiştir. TMK gibi insanların düşüncelerini yasaklayan kanunlar yürürlüktedir. Yargı mekanizması balyoz gibi insanları ezip geçmektedir. Tehlikeli bir virajdayız.
Son olarak ne yapılmalı sorusunun cevabını vermeye gayret edelim.
Birincisi: Suriye’de İslam ile savaş İran’a ve terör şebekesi Hizbullah’a bırakılmalıdır. İslam ile savaşta bu ülkeye yardım edilmemelidir. İran’ın tuzağına düşülmemelidir. Çünkü uluslararası güçlerin amacı Türkiye’yi de bu savaşın içerisine çekmektir. İran bu dönemde moral değerler açısından iyice düşmüş ve Humeynizm İdeolojisinin bittiği iyice görülmüştür. İran bölgedeki iddiasını kaybetmiştir.
İkincisi: İçerideki gerilim katsayısı bir an önce düşürülmelidir. Yargı Reformu şarttır. Ceza Muhakemelerini kanaatlerle yürüten ve çok kolay terörist diye insanları mahkûm eden bir mekanizma düşünen insanlar için büyük tehdittir.
Üçüncüsü: Türkiye, Suriye meselesini kendisini de dönüştürmek için bir fırsat olarak görmeli. Eğer Ortadoğu’yu yönetmek istiyorsa eski devlet yapısını bir kenara bırakmalı. Aksi takdirde Suriye’deki kaos ülkeye doğru gelmektedir.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.