Bu yazım, içerik olarak İslami olsa da genel manada yanlış bulduğum bir bakış açısına yöneliktir. Kast ettiğim yanlış bakış açısı şudur: “Her dindar, takva ölçüsüne uyan Müslüman ‘bir lokma bir hırka’ felsefesine uyarak yaşamalıdır, fakir olmalıdır ve gösterişsiz yaşamalıdır. “
Günümüzde bu görüşün tezahürlerini sıkça görüyoruz. Bir din adamının, vaizin, kanaat önderinin “fakir olması ve gösterişsiz bir yaşam sürmesi” ile övüyoruz o kişiyi. Yine aynı şekilde bir din adamını zengin olması veya iyi arabaya binmesi ile yeriyoruz. Benim görüşüme göre bu durum tamamen safsatadır, hele ki böyle bir dönemde.
İlk başta şunu söyleyeyim; İslam’ın şartı 5’tir değil mi? Bu şartlardan birisi zekât vermektir, bir diğeri de hacca gitmektir. İslam’ın şartı diye bildiğimiz 5 şartın iki tanesi direk olarak sadece zenginlere hitap ediyor. Fakir olmak Allah’ın verdiği bir durumdur, sabretmek çok faziletlidir eyvallah ama zengin olup da zekât verebilen, diğer Müslümanların karnını doyurabilen birisi olmak hiç de kötü bir durum değildir. Ayrıca, eğer “bir lokma, bir hırka” kuralı doğru ve erdemli bir davranış şeklinde kabul edilirse; toplumun tamamı dindar olduğu zaman tüm Ümmet sürünecek ve zelil duruma düşecektir. Resulullah bize cihad edecek enerjiyi bulamayacağımız, zekât veremeyeceğimiz bir fakirliği, güçsüzlüğü, kötü giyinmeyi öğütlememiştir.
Sosyal medyada ve çevrede din adamları değerlendirilirken iyi arabaya bindiği için, parası olduğu için veya iyi bir evde kaldığı için eleştirilenleri gördüğümde yine bu konuda aklıma Mesnevi’den bir örnek geldi. Mevlana dünyayı, yani dünya malı ve imkânlarını suya benzetiyor, insanı da gemiye. Diyor ki; “su geminin altında ne kadar çok olursa o kadar iyi yüzdürür, içine ne kadar çok girerse o kadar batırır. “
Sadece din adamları için değil aslında tüm Müslüman âlemi için geçerlidir bu durum. Hele ki bu devirde, olabildiği kadar güçlü, zengin, itibarlı Müslümanlar olmamız gerekmektedir. Bu mallarımız, itibarımız, kültürümüz, birikimimiz, yeteneklerimiz bize egolarımızı okşaması, dünya sevgimizi arttırması için değil tam aksine İslam’ı yüceltmemiz için gereklidir.
Kuran-ı Kerim bize “gücümüzün yettiği kadar kuvvet hazırlamamızı ve düşmanlarımızı caydırmamızı” (Enfal 60) emrederken biz şu an bu durumdaysak demek bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Müslüman kişiler ve devletler fakir, zelil olmamalı dostlar. Bu emri yerine getirmek ve düşmanlarımıza caydırıcı kuvvetler hazırlamamız için güçlü, zengin ve itibarlı olmalıyız. Mali’ye giren Fransız askeri, oradaki terör gruplarıyla el birliği edip Timbuktu’daki tarihi mirası yağmalıyorsa, Doğu Türkistan’da Çin kardeşlerimizi kesiyorsa, Somali’de kardeşlerimiz açlıktan ölüyorsa, Mısır’daki kardeşlerimizin başına bir Hristiyan yönetici atanıyorsa, Nijerya’daki kardeşlerimizin camileri bombalanıyorsa ve dünya genelinde nerede Müslüman varsa hepsi kan ağlıyorsa biz İslam’ı yanlış anlamışız.
Dünya genelinde üretim yapan, güçlü olan, sözü geçen, teknolojisi gelişmiş olan adam gibi bir Müslüman yönetimi yokken biz halen “falanca din adamı iyi arabaya biniyor” diye eleştirebiliyorsak bu gerçekten çok ilginç. Ebubekir Sıddık Efendimiz’in Müslümanları azad edip de özgürlüğüne kavuşturduğu gibi zengin, güçlü, itibarlı olup da bunca Müslüman toplumu özgürlüğüne kavuşturacak Müslüman kişi ve devletlere ihtiyacımız var kardeşlerim. İnternet başında küfürlü yorum yazmaktan öteye geçemeyen Müslümanlar olmamız, acziyet içinde olmamız bizim için yeterince ayıp olmuştur bana kalırsa.
“Şimdi sen bu yazıda ne demek istedin? “ diye soran varsa hala…
Ben bu yazıda şunu demek istedim; Müslüman kardeşini zengin olduğu için eleştirme… İyi arabaya biniyorsa binsin. Zekâtını verdiği, sadakasını eksik etmediği sürece her türlü nimetten yararlansın. Onu eleştirmek yerine çalış ve sen de aynısını yap! İslam için fazlaca güç ve GÜÇLÜ lazım…
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.