Yaşam, Aşık Veysel’in deyişiyle ‘uzun, ince bir yol.’
‘Uzun, ince ve tek yönlü’ bir yol. Hep ileriye giden bir yol. Geri dönüşü olmayan.
Yol uzun ve ince ama herkesin yaşam çizgisi farklı yerlerde sonlanıyor. Kimilerininki çok uzun, kimilerininki ise çok kısa.
Eğer yaşamın böyle olduğunun bilincinde olsaydık, herhalde çok şey değişirdi. Madem yolumuz değişmeyecek ve en sonunda bitecek elimizden geldiğince yavaş yürürdük herhalde. Madem bir kez yürüme hakkımız var bu yolda ne diye koşalım ki yavaş yavaş yürür ve yolda ki güzellikleri fark etmeye çalışırdık herhalde.
Ama ne yazık ki hiçbirimiz yolumuzun biteceğine inanmak istemiyoruz. Üstelik koşa koşa gidiyoruz bitiş çizgisine doğru. Sanki yolun bitmeyeceğini kanıtlamak istercesine.
Hep bir koşuşturma içerisindeyiz. Bir yerlere yetişme telaşındayız. Yetişeceğimiz her yerin bizi sona yetiştirdiğini bilmeden.
Kırıp döküyoruz her şeyi. Yoldan çıkıyoruz. Başkalarının yoluna göz dikiyoruz. Kardeşlerimizin hayat haklarını ellerinden alıyoruz.
Hep birbirimizi geçme sevdasındayız. En sevgili’nin(a.s) ‘’Hayırda yarışınız.’’ sözünün başını duymazdan gelerek sadece yarışıyoruz.
‘Modern dünya ve sistemler’ birer ‘yarış atı’ haline getirdi bizleri. Yüreklerimize ‘hırs’ tohumları ekildi hep. Hased fidanları boy gösterdi kalplerimizde. Çevremizdekileri geçme hırsından dolayı hem kendimizi yakıyoruz hem çevremizi.
Yarışta en önde olma sevdamızdan dolayı üstümüzde ki ağırlıkları attık bir bir. ‘’Bir dur düşün sona doğru niçin koşar adım gidiyorsun. Üstelik yakıp yıktığın da bir insan hayatı. Hem hesabı sorulmayacak mı sanıyorsun?’’ diye haykıran aklımızı attık önce. Artık düşünmüyorduk, rahattık.
Sonra geceleri birkaç saatliğine de olsa yarışa ara verdiğimizde bizi bırakmayan, başımızdan savdığımız aklımızın yerini dolduran ‘vicdan’ımızı attık. Aklımız ve vicdanımız bir yarışa kurbandı artık. Kuyulardaydı artık bizi biz yapan güzel(lik)lerimiz…
Yarışlarda daha hızlıydık artık. Yarışta öne geçme aşkıyla yakıp yıkarken içimizi yakmıyordu artık hiçbirşey. Sızlamıyordu artık olmayan vicdanımız. Haksızlığımızı haykırmıyordu artık karanlık kuyulardaki aklımız.
Arada bir akıldan kalan kırıntılara Rabbimiz takılıyordu. Ama hemen yeni bir yarışa sürüklüyorlardı bizi. Rabbimiz aklımıza gelmeden, aklımıza yeni yarışlar sunuyorlardı.
Kala kala Yusuf kadar temiz ve güzel imanımız kalmıştı elimizde. Yakup sandığımız sistemler tarafından sevilmek uğruna kuyulara atacak mıyız biz de Yusuf’umuz olan imanımızı.
Yoksa biz de Yusuf’un kardeşleri gibi: ‘’Yarışlara daldık da Yusuf’umuzu kurtlara kaptırdık.’’ mı diyeceğiz?
En değerli olmak uğruna…
Sevilmek uğruna…
En önde olmak uğruna…
MURAT AKGÜN
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.