Ol ve Öl
Bir Kûn
Takdiri ezeli, yok iken varlık “ ol” dedi. Ve la’dan başladı yolculuk elif’te nihayete erdi . Yoktu insandan bir eser yeryüzünde lakin Yaratanların en hayırlısı gizli bir hazine iken görünmeyi ve bilinmeyi istedi.
Ve seslendi meleklerine:
‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi.
Onlar :
‘soyundan kan dökücü bozguncular çıkacak , yer yüzünde fesat fitne çıkaracak bir halife mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve bütün eksik sıfatlardan tenzih ediyoruz." Dediler.
Bu itiraza benzer bir ûslubtu, ama insanın yaratılışındaki o derin hikmeti anlamak maksadıyla sorulmuştu. Lakin , cevap başları öne eğdirmişti. Rabbin öğrettiğinden başka bir şey bilmeyenler hata etmişlerdi.
‘Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ demişti alemlerin Rabbi. İlahi iradenin hikmetinden bir haber olan melekler daha çok sormak yerine edeple sükutu tercih etti.
Bir halife yaratılacaktı yeryüzüne, insanlar arasında hak üzere hükmetsin, hak batıldan ayrılsın, batıl zail olsun, zalim zeval bulsun diye. İzafeten bulunacaktı bu halife. Kalıcı değildi, misafirdi yeryüzüne. Vekildi o hakkın tebliği ve irşadı üzerine.
Niyabeten görevli bu varlığın özü görevli bulunacağı yerden seçilmişti. O topraktan yaratılacaktı bu fermanı ilahiydi. Ferman verildi mukarrebinler zümresinden Cebrail’e:
‘İn yeryüzüne ve toprağın çeşitli yerlerinden iste emrimle.’
Daha öncesinde seslenmişti Allah toprağın kendisine:
‘Ben senden bir halk yaratacağım yeryüzüne. Onlardan bana itaat edenlerde olacak isyan edenlerde. Taat ehlini cennetime koyacağım, gaflet ile yoldan çıkanları ise çetin bir azap beklemekte.
Açıldı ğöğün kapıları bir bir… Elinde ferman-ı ilahi indi Cebrail yeryüzüne. Yer seslendi Rabb’inin buyruğu ile gelen cebrail’e:
‘Cibril, Rabbim ne yapacak benden alacağın bu parçayla?
Bir yaratık yapacak ona nefis verecek. Onlardan bazıları isyan ederek yoldan çıkacak ve bu isyankarlar muhakkak ki Allah’ın gazabına uğrayacak.’
Bir derin inilti, yankısı göklerde. Bağrında tutuşturuldu sanki cehennem… Toprak yalvarmaya başladı cebrail’e:
“senden Allah’a sığınırız. Benden Allah’ı inkar edecek bir olan bir vücut dünyaya gelmesin, benden parça alma.”
Cebrail Allah’a sığınanı O’na sığındırmış olarak dönecek geriye. Her şeyi bilen ve takdir eden Allah ne olduğunu bildiği halde sordu melekler arasından seçtiğine:
Hani nerede toprak,niye getirmedin söyle?
‘Ya Rabbi toprak sana sığındı. Kendisinden nimetlerine şükretmeyip kusurlarına af dilemeyen seni inkâr edip isyanı seçen bir halk yaratılmasını istemedi ve senden sana sığındı. Ben Allah’a sığınırım deyince sana sığınana ilişemedim, dokunmadım toprağa döndüm geriye.’
Bu kez emir Mikail’e. Hadi in yeryüzüne toprağın çeşitli yerlerinden iste emrimle.
Mikail’de indi yeryüzüne. Toprak yine sığındı Rabb-i Rahim’e. O da döndü gerisin geriye.Cevap aynıydı. Allah’a sığınanı o da sığındırmıştı Rabbine.
Azrail aldı fermanı ve eli toprağın kalbinde. Toprak yine sığındı Rabbine. Fakat Azrail as bende Allah’ın emrini yerine getirmemiş olmaktan Allah’a sığınırım dedi ve bir yerden kırmızı diğer bir yerden kil rengi, sarı, kahverengi, kara ve kireçli toprağı aldı heybesine.
Çeşit çeşit toprak getirildi yeryüzünden. Böylece insanlıkta çeşit çeşit kılındı kudret elinden. Bazıları yumuşak ve latif yumuşak toprak gibi, bazısının mizacı sert tıpkı sert toprak gibi.
Kimi ademin benizi kırmızı kiminin simsiyah teni. Kimiside bir vücutta çeşit çeşit saçlar sarı, gözler mavi, ten beyaz, yanaklar al… eğer gözlerin varda göremiyorsan hala , yazık, her birinde ayetlerden ayet var.
Bu çeşitlilik ayrılık değildi hepsi birdi. Ne beyazın siyaha ne esmerin sarıya bir üstünlüğü yoktu. Bunu yıllar sonra ilan edecekti sevgililer sevgilisi.
Ve gelince toprak Kudret eli yoğurmaya başladı ademi. Dilese ‘ol’ derdi oluverirdi lakin böyle dilemişti. Hani demişti ya meleklere ‘siz bilemezsiniz ben bilirim’ diye , her şeyin en iyisini ve en hayırlısını bilen Allah, mutlak bir hikmetle böyle başlatmıştı yaratılış hikayesini.
Ve mevcut oluyor vücut
Kusursuzca ve örneksizce yaratandır Allah. İşte, ademiler kanlı canlı ayetleri. Bir kuru topraktık önceleri, cansız ve ruhsuz. Şerefyab kılındık. Yaratan muhattap kabul etti bizi. Aldı kudret eli toprağı bir damla suyla karıştırdı ve çamur haline getirdi. Bekletildi o çamur bir müddet. Yapışkan ve cıvık bir hale gelince ondan bir hülasa çekildi. Çamurdan süzülen bu soy insana aitti.
Süzülen bu hülasa şekil verilmiş değiştirilmiş ve kokmuş bir hameydi. Kokuşmuş bu balçık kurutuldu fahhar haline getirildi. Yani içi boş bir çömlek misaliydi. . "O Allah insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır." (55/Rahman, 14)
Biz düşünelim, ibret alıp tutalım diye ne güzel öğütlemiş alemlerin Rabbi.
Akıl ne güzel sevgili
Toprak suyla karılmıştı, tıpkı bugün olduğu gibi su hayattı. Ama bir farkla. Bugün toprağa su düşünce şekil bulanda, can bulanda nefissizdi, o gün toprağın suyla harmanına nefis verilmişti.
Nefis taşıması yetmezdi. O’nun halef olması için başka nefislilerde olmayan haller gerekti. Bu yüzden ki yaratan halifesine ilim, irade ve kudret sıfatlarını ekledi.
İlim , irade ve kudreti kullanmak için halifeye bir meziyet gerekti. O ise daha önce var edilmişti. Akıldı o .Bu hikmetli yaratılışta adem’in hükümdarı, serveri.
Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra "Geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlükâtın en sevgilisi olana bindireceğim."
Bu ne güzel binekti. Bu demekti ki adem ve soyu mahlukatın en şereflisiydi. Lakin meleklerin dediği gibi bazıları isyan ve inkar ile esfelessafiline indi. En şerefli iken aşağılar aşağısı olmayı tercih etti.
Yaratıldığını, aciz ve muhtaç olduğunu unuttu,bu, Haris’i iblis eden illetti.Nefis ,aklı, o en güzel sevgiliyi gölgeledi. Vicdan vardı bir de, ikisinin her zoruna rağmen muhasebeyi bırakmadı. Adem’in şerefli yanını teslim için hakikati temsile devam etti.
Akıl vicdan ile bir olunca tıpkı onu yaratanın dediği gibi ne güzel sevgili..
Sahi haris mi dedi birisi
Haris özü dumansız ateş. O zamanlar güzelliği özü gibi, yakan bir güneş. Parıl parılgöz alacalı.
İsterseniz biz susalım o anlatsın halini , ahvalini:
Ben,ateşin oğlu Haris. Cân’ın oğullarındanım, siz insi ben ise cinniyim. Siz bir damla sudan varedildiniz ben ise ateştenim. Ateşin özü,saf ve dumansız haliyim.Benim özümde ki ateş sizin bu dünya da gördüğünüz ateşlerden on kat kuvvetlidir. Semum denilen bir hali de vardır ki yaratıldığım ateşin, bedenin gözeneklerine, yani derideki o küçücük deliklere nüfuz edip, içinize işlerim. Sizi bir parçada bu yolla fesada sürüklerim. Fakat siz bilmezsiniz ve istesenizde hissedemezsiniz. Neden mi? Çünkü bildirilmeyeni bilmeye muktedir değilsiniz.
Beni melek zannetmeyin öyle olsa, Allah’ın emrine nasıl karşı gelebilirdim. Bende irade sahibi bir nefisliyim. Kam almak nedir bilmem, tıpkı ismim gibi aç, doymak bilmezin biriyim. Kâinatın yaratılışında siz halkalardan sonuncu bense bir önceyim. Yaratılışımda hamurum ateşin en güzeli ve en safı… Lakin uydum ya nefsime, o güzellikten ve saflıktan eser kalmadı.
Ne kutsi makamlardaydım da hepsini kendi elimle pâyimâl eyledim. Rabbin bana ihsanını rahmetinden değil de yaptıklarımdan bildim.
Sonra bir kez ene dedim rezil ve zelil olarak dışarı itildim. Ama siz söyleyin nasıl olur da özü dumansız ve yakıcı bir ateş olan ben topraktan yaratılana secde ederim. Ateş toprağı yakıp kül etmez mi? O halde ben ondan üstün değil miyim? İsyan ve tuğyan için yeterli değil mi öne sürdüğüm bu sebebim?
Aslında itiraf etmeliyim. Mesele sadece ateşin toprağa üstünlüğü değil. Yaşananlar birazda tabiatımın eseri. Biraz daha anlatayım kendimi size. Ama öncesinde ,evveliyatını bilmeyenler için gelin o gün toprakla ateşin girdiği münazarayı dillendirelim.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.