“Dünya mü’minin zindanıdır” buyurmuştur, Peygamber (sav) Efendimiz.
Aslında bize verilen nimetler ne kadar eşsiz ve harika. Tüm nimetleri sayamayız elbet. Ama verilen gönül nimetine biraz yakından bakmaya ne dersiniz?
Mecnun’u çöllere sürükleyen aşktan… Ferhat’a dağ deldiren sevgiden… Bize verilen nimetler sadece yeyip içtiklerimiz değil.
İmam Serahsi (rh.a), kuyu hapsinde talebelerine yazdırıyor: “Bugün beş yıl oldu. Çocuklarımı çok özledim.”
İnsanın çocuğu olması nimet!.. Onları sevmesi ayrı bir nimet. Sevdiği bir kadın veya erkek.
Firarda olsa, cezaevi damlarında da olsa sevgisi yanında. Onlardan kurtulamıyor. Yanında götürmek zorunda kalıyor sevgisini.
“Çocuklarımı çok özledim” diyor büyük İmam. Bedenen firari olsa da kuyuların dibinde de olsa kurtulamıyor prangalarından. Aslında insan bulunduğu ortama zamanla alışıyor ama ya o hasret. Dokunamamak, yaklaşamamak ve sarılmamak. Musa (as)’ın annesi gibi…
“Musa’nın anasının yüreği bomboş kalıverdi. Eğer biz vaadimize inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkacaktı.” (Kasas Suresi: 10)
Yüreği bomboş, evladından ayrılmış bir ana O. Haykıracaktı, Musa benim oğlum, gözbebeğim ve ciğerim. Ciğeri yanıyordu. Evlat bir nimet ama…
Şimdi de sahnede bir baba… Yusuf (as)’ın babası:
“Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirmişlerdi. Babaları dedi ki: “Hayır, nefisleriniz aldatmış da size bir iş yaptırmış. Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır.” (Yusuf Suresi: 18)
Ya bütün evlatlarını Hz. Fatma (r.anha) hariç bütün ciğerlerini kendisi yaşarken kaybeden Hz. Muhammed (sav) Efendimiz. Oğlu öldüğünde “kalp hüzünlenir, göz yaşarır” diye buyuran çilekeş Peygamberimiz (sav).
Hani diyeceksiniz nimet!.. Kalbi yerinden oynatan bir sevgi ama arkasından gelen ayrılık acısı. Hangisi daha büyük?
“Kimi seversen sev; sonunda ondan ayrılacaksın.” (Resullullah -sav-)
Sevmek bir tuzak mı yoksa? İçinde fırtınalar estiren, gözyaşlarını sel gibi akıttıran bir tuzak. Aman Allah’ım!..
Bu dehşet karşısında kafayı bulmak ve unutmak için içki de haram kılınmış…
Sevmemek mümkün olsaydı keşke diyesim geliyor ama nafile. Çocukların kokusu, haşarılığı gözlerden kaybolmuyor ki. Hanımın tatlı sesi. Anne ve babanın merhametli azarlamaları. Şimdi hiçbiri yok. Ama sadece maddiyatta. Gönlü parçalayacak ve yerinden oynatacak. Tarifsiz bir acı. Kalbe bıçak gibi saplanan ve hatırladıkça ilk günkü acısını aynen tekrarlayan bir acı.
Hani nimetti diyorsunuz sevmek. Taşımak zor.
Devam etmeyen bir sevgi, yanı başında bulamayacağınız bir aşk. Acıların belki de en büyüğü. Leyla’yı sevmek güzel ama ya ona kavuşamamanın elemi. Kavuştuktan sonraki mecburi ayrılıklar. Çocuk müjdesi ama Musa’nın anası, Yusuf’un babası ve nihayet İmam Serahsi gibi olmak.
“İnsanlarsan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar da onları, Allah’ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.” (Bakara Suresi: 165)
Bütün bu sevgiler gerçek ve hakiki. Ama anlıyoruz ki bu sevgilerin üstünde Allah sevgisi olması gerekiyor. Yoksa. Yoksa sevdiklerimiz aynı zamanda acılarımız oluyor. Hem de dayanılmaz acılar. Kahredici dramlar. Aklı baştan alan çileler.
Zindandayız…
“Mutlak hükümdarlık elinde bulunan Allahü Teâlâ (cc), yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” (Mülk Suresi: 1-2)
Sevgilerimiz de bir imtihan… Ayrılık acısı da. Ama unutmayalım verilen her sevgi bir nimet. Tuzak değil. Allah ile aramızda sevgi irtibatı var. Zaten en çok O’nu sevmezsek azap edeceğini beyan buyurmuyor mu?
Seven sevdiğini ezer mi? Tuzak kurar mı?
Burada verilenler ileride verileceklerin bir habercisi.
“İman edip salih amel işleyenlere, altlarından ırmaklar akan cennetlerinin kendilerine ait olduğunu müjdele!.. Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandıklarında: “Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir” derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedi kalacaklar.” (Bakara Suresi: 25)
Dikkat edelim lütfen. Bu daha önce rızıklandığımız diyorlar. Zindandaki nimetler, dışarıdaki nimetlerin büyüklüğünü de haber veriyor sanki. Hem dışarısı ebedi bir hayat. Ebedi nimet. Nimet sonradan ezaya dönüşmüyor. Ayrılık acısı ve ayrılık ihtimali yok.
Hayatı delicesine yaşamak bir delilik, evet. “Hayatı doya doya yaşamak” tekerleme. Kendimizi aldatan bir tekerleme. Burada verilen her nimetin bir acısı var. Yemek yiyorsanız sonradan boşalma eziyeti. Hiçbir şey yoksa ölümün acısı. Bin yıl hayat sürsek ve nimetler etrafımızı sarsa da ölümle gelen ayrılık. Zaten ölümün en büyük acısı da bu ayrılık acısı. Ölümü de unuttuk biz:
“Allah’ın göklerdeki ve yerdeki mülkiyet ve tasarrufuna, Allah’ın yaratmış olduğu herhangi bir şey ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline bakmadılar mı? Artık bu Kur’an’dan sonra başka hangi söze inanacaklar.” (Araf Suresi: 185)
Ecelin yaklaşma ihtimalini unutan bir yaşam bizimkisi. Zindanı evi zanneden bir yaşam. Hâlbuki ölüm, zindandan kurtulma sevinci. Güzeldir ölüm. Diriliktir o.
“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.” (Bakara Suresi: 154) Aslında bu kimseler “ölüler” çünkü ayette “öldürülenler” olarak ifade edilmektedir. Ama ölmelerine rağmen ölü değiller. Sadece zindandan kayıtları düşmüştür. Hayat sahibidirler ama zindanda değil; göklerde. Nasıl mı? “Fakat siz sezemezsiniz.”
Cinnet halindeyiz. Sevdiklerimizi mutlaklaştırıyoruz. Doğduk ve gidiyoruz. Ama kabirlere bile başka amaçlarla gidiyoruz.
“Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı. Hayır!.. Yakında bileceksiniz. Yine hayır!.. Yakında bileceksiniz (hatanızı). Hayır!.. Eğer kesin bilgi ile bilseniz, elbette cehennemi görürsünüz. Sonra, yemin olsun ki, cehennem yakin gözüyle göreceksiniz. Sonra yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız.” (Tekasür Suresi)
Mezara gidiyorlar ama sadece soy ve sopları ile övünmek için. Ölümü anmak; ölümün hakikatinden ve hayatın manasından uzaklaştırıyor. Keşke anmasalardı ölümü. Ellerinin altından kayıp giden bir hayat gitmesin diye daha bir şehvetle sarılmak.
Reddü’l Muhtar isimli kitapta: “Kabir ziyaretinde bir sakınca yoktur, isterse kadınlar için olsun. Çünkü: “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, haydi onları ziyaret edin” hadisi vardır. Doğrusu kabir ziyareti hadiste emrolunduğu gibi menduptur. Her hafta kabirler ziyaret olunur. En faziletli günler Cuma, Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Perşembe günleridir.” Peygamberimiz (sav) Efendimiz zindandan ayrılmak için gün sayıyordu. Bu sebeple mezarlığa gider ayakta dua eder ve şöyle buyururdu: “Selam sizlere mü’minler kavminin yurdu, biz de inşallah sizlere katılacağız.”
“Kişi sevdiğiyle beraberdir” buyuruyor, Resul-i Ekrem (sav)!.. İşte müjde bu!.. Ayrılığın olmadığı bir sevgi… Bu zindandan beraat edersek sevgilerimiz cezaya dönüşmeyecek.
Gönül bize verilen bir nimet!.. Acısı ve tatlısıyla… 5 yıl geçti çocuklarımı çok özledim diyen ebedi kavuşmanın mutluluğunu yaşayacak. Ama biraz sabır… Ama biraz çile… Sadece kavuşmak nimetini de tatmamız için. Başka bir şey için değil.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.
ben ilk defa sevdim ama yalani vardi yinede onunla cikiyodum yine ailem guvenmedi vermediler beni ona ama heo guvensizligi bide engeler yuzunden oldu ama ben ayrildim ama onu unutamadim