BDP ve MİT’ten mütekevvin bir heyet; İmralı, Kandil ve PKK’nın Avrupa Kanadı ile görüşmeler yapmak suretiyle terör meselesine artık son darbeyi vurma kararı aldı. Bu görüşmelerin evvelkilerden farkı şu: artık tüm taraflar sulhu getirmekte kararlılar!
Çözüm süreci olarak müsemma bu hususta ilk hedef PKK kuvvetlerinin Türkiye’yi terk etmesi. Orta ve uzun vadeli hedeflerin neler olacağını ileride göreceğiz. Lakin bu hususta şaşırtıcı bir şekilde en etkili ismin yine Abdullah Öcalan olduğunu gördük. PKK’nın ilk senelerinde MİT’in basit bir kuklası olarak tavzif edilen bu şahıs; şuan kendisine aşırı derecede yüklenen bu karizma sebebiyle uluslararası Kürtçü fraksiyonlarda ne kadar sevilen ve sözüne itibar edilen biri haline gelmiş meğer! Öyle ki örgütün Avrupa kanadından bile daha çok sözü geçer oldu. Neyse ki Apo’nun elindeki bu itibar şimdilik devletimizin işine yarar vaziyette. Bunun da farkında olan Öcalan şimdilik bu barış sürecinde olumlu bir tavır sergiliyor ve devletin yanında yer alıyor.
Peki ama PKK ve Kürt meselesinin hallinden sonra Ortadoğu’da Kürtlerin vaziyeti ne olacak? İşte herkesin merak ettiği ve içinden çıkılamaz bir mesele bu.
İhtimallerin sayısı fazla. Tahminler kısaca şu maddeler üzerine yoğunlaşmış vaziyette:
1- Bu sürecin neticesinde Başkanlık ve bilahare eyalet sisteminin inşasıyla birlikte Doğu ve Güneydoğu bölgesinin mahalli iradesi kuvvetlendirilecek. Böylece Kürt etnik milliyetçiliği zayıflayacak ve Kürtlerin Türkiye Cumhuriyetiyle bir meselesi kalmamış olacak.
2- Yine barış sürecinin ardından Kürtlere “yasal statü” verilmesi önünde yol açılacak. Ama eyalet veya yerel yönetimlerin güçlendirilmesi kifayet etmeyecek; bu mesele direkt özerklik veya federasyonla neticelenecek. Kısacası doğu bölgemiz Kuzey Irak gibi olacak.
3- Devlet bu barış sürecini zaten PKK’nın gırtlağına bastığı için masadan galip ayrılmış olacak. Dolayısıyla ne yasal statü, ne de özerklik olmadan bu iş üniter devlet çatısı altında noktalanacak.
Benim bugüne kadar okuduğum yorum ve makalelerden müteşekkil elde ettiğim hulasa bu şekilde.
Kürtlerin akıbeti hangisi olacak?
Peki ya bu tahminlerden hangisi gerçekleşir, hangisi olursa iyi olur, hangisi olursa kötü olur; bu da üzerinde durulması icap eden hususlardan bir tanesidir eminim.
Evvela Abdullah Öcalan’ın vaziyeti üzerinden meseleyi değerlendirmeye çalışalım. Apo, etrafı tamamen devlet iradesinin etkisi altında biri olarak TC devletinin istemediği bir şeyi isteme gibi lüksü olmayacak bir şahıstır. Ama realist olalım ki Apo, içine kendisinin dâhil edilmediği bir barış projesine girmeyi de istemez. O kadar da aptal yerine koyulmaması lazım. Şüphesiz ki devlet de bu sulh projesinin Öcalan ile daha rahat ve zahmetsiz yapılacağını kabul etmiş bir vaziyette Öcalan’a uzun zamandır şans tanımaktadır. Öcalan da bu şansı değerlendirmiştir. Verdiği mesajlarda İslamcı retorikler kullanması başka şekilde izah edilemez zaten.
Kısacası Öcalan’ın mevcut vaziyetini düşünecek olursak devletimiz, yeni dönemde Kürtlerin (hatırı sayılır bir kısmının) Öcalan eliyle teskin ve terbiye edilmesini isteyecektir. Buna istinaden birinci ihtimalin gerçekleşmesini ben daha mümkin buluyorum.
Bunun yanında ikinci ihtimal olan “federasyon” veya “özerklik” opsiyonunun ise, eğer birinci ihtimal vücut bulursa uzun vadeli bir plan olarak gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Buna sıcak bakılıyor olmasının bir hainlik veya vatanı satma olarak algılanmasından ziyade; Türkiye’nin Ortadoğu’da elinin güçlenmesi ve Osmanlı zamanındaki kudretine geri dönmesi olarak idrak edilmesi daha doğru olacaktır. Çünki Türkiye’ye bağlı bir federasyon, ileri planda tahakkuk etmiş olursa TC’nin şemsiyesi altındaki bu yapılanmaya Kuzey Irak mahalli yönetimi de iltihak edecektir. Kuzey Irak neden mi böyle bir şey yapsın? Çünki Barzani ve Talabani yeni dönem Ortadoğu’sunda Türkiye faktörünün ehemmiyetini oldukça iyi bir şekilde anlamış ve Türkiye’nin şemsiyesine girmeye çoktan rıza göstermişlerdir. Beğenelim veya beğenmeyelim ama vaziyet böyle… Ki bana sorarsanız Kuzey Irak bugün zaten ekonomik alanda Türkiye’nin şemsiyesindedir. Bölgeyi ekonomik yönden kalkındıran iki ülke varsa birincisi ABD, ikinci de Türkiye’dir.
Yeni dönemde Öcalan…
Bu yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle başlayıp federasyonla intaç olması beklenen ihtimal hadi oldu da gerçekleşti. Peki ya Öcalan’ın durumunu Türk milleti nasıl kabul edecek? Belli ki bunun kabulü uzun bir süre zor görülüyor. Açık konuşmak gerekirse Öcalan’ın Kürtçü hareket nezdinde itibarı bu kadar artmadan devletimiz tarafından imha edilmesi en sağlıklı tercih olurdu milletimiz için. Ama devlet, kendi eliyle yarattığı bu Frankenstein’ı zamanında kendi ulusal (!) menfaatleri için o kadar boş ve kontrolsüz bıraktı ki, bu Frankenstein devleşince artık sahibinin vazgeçilmezi oldu. Onun için eğer bugün Öcalan’a bu kadar değer veriliyorsa/verilmesi gerekiyorsa bunun müsebbibi devletin içindeki PKK’yı yaratan ve terörle mücadele ediyormuş gibi yapıp da Kürt halkına çektirmediği zulüm bırakmayan, neticesinde PKK’nın da Apo’nun da Kürtler nezdinde taban tutmasını sağlayan bir takım derin güçlerdir! Şuan Türk milleti olarak zamanında yapılan bu pislikleri temizlemenin derdindeyiz. Onun için bu çözüm süreci bir zamanlar hain dediklerimizin eliyle yürütülecek.
Eğer Türk milleti buna karşı ayaklanacak, sokaklar insan dolacak diyenler varsa biraz tarihi incelemeleri gerekmektedir. Çünki biz, 1908’de “Meşrutiyet kahramanı” ilan ettiği kumandanı 1920’de birden vatan hainine dönüştürmüş bir sistemin içinde yaşıyoruz. Bu aynı sistem, Cumhuriyetin ilanının ardından daha nice kahramanı “hain dimağı” olarak millete tanıttı. Bütün bunlar alenen ortadayken aynı sistem, evvela hain olarak gördüğü birini sonradan kahraman olarak meydana çıkaramaz mı yani? Gayet tabii çıkarır…
Kürtlerin idaresi?
Yeni Ortadoğu düzeninde artık Kürtlerin, bu kadar üzerinde planlar yapılmış bir toplum olarak, bölgesinde tek başına bir etnisite olarak kalması mümkin değildir. En azından ben öyle tahmin ediyorum. Yaşanan bu kadar hadiseden ve yapılan bu kadar plandan sonra Kürt toplumu mutlaka bir idare salahiyetine kavuşacaktır. Burada asıl mesele Kürtlerin kendilerine ait bir idareye sahip olup olmamaları değildir. Bu mahut idarenin Kürtlerin eline bırakılıp bırakılmayacağıdır.
Hükümet çözüm sürecinde PKK’yı ve Öcalan’ı baş aktör olarak tayin etmek suretiyle büyük bir risk aldı. Şuan Kürtlerin büyük çoğunluğu PKK’ya ve Öcalan’a karşı olmasına rağmen bu süreçte ister istemez bütün Kürtler PKK’nın temsil sahasına girmiş oldular. Kürt halkının akıbeti üzerine planlar yaparken bu tür riskleri de görmek mecburiyetindeyiz. Yoksa PKK ve Öcalan Kürtlerin tek temsilcisi olarak vaki olursa ileride Kürt bölgesinin de akıbetinin Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye benzeyebileceği ihtimalini de konuşabiliriz.
Dolayısıyla Mehmet Baransu’nun da söylediği gibi “Ama’sız barışı” kabul etmeye mahkum bırakılmamalıdır bu millet. Bu teveccühte PKK’yı ve Öcalan’ı eleştirmenin bir süreç karşıtlığı veya PKK’nın silah bırakma ihtimalinden şüphe etmenin komploculuk olarak nitelendirilmesi ve bu şekilde bir kamuoyu oluşturulması kutuplaşmadan ve güvensizlikten başka hiçbir şeye hizmet etmez. Sürece yönelik şuurlu bir şekilde yapılan eleştiriler dikkate alınmalıdır.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.
çok kapsamlı, çok güzel bir yazı olmuş