ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Ehli sünnet itikadı -12

Ozan ŞAHİN

20 Nisan 2013 Cumartesi 02:43
  • A
  • A

Bu sayfadaki yazımız EHLİ SÜNNET İTİKADI 10 Adlı yazı dizisinin devamıdır , bu ilimler ders niteliğinde olduğu için lütfen sayfa sıralarını gözeterek sırayla okuyunuz . TÜM SAYFALARIMIZ ÇOK MÜHİM KONULAR İÇERMEKTEDİR. SAYFA ATLAMADAN OKUYUNUZ .

SAYGILARIMLA
Elacizül fakir
garibül hakir ozan şahin

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHIYM

BİR MÜSLÜMANIN EHL-İ SÜNNET VEL CEMAAT MEZHEBİNDEN OLABİLMESİ İÇİN İNANMASI GEREKEN KONULAR


Konu 1: İyi ve fasık her müslümanın arkasında namaz kılmanın caiz (geçerli) olduğuna inanmak.
Çünkü Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“İyi ve kötü herkesin arkasında namaz kılınız” buyurmuştur. (Beyhaki Sünen-i Kübra No: 6832 4 29, Darekutni: 2 57)
Ayrıca ümmetin alimleri, tenkit ve inkar konusu yapmaksızın fasıkların, heva ve bid’at ehlinin arkasında namaz kılmışlardır. (şerhu’l Akaid shf 240)
Hatta İbn-i Ömer ve Enes ibn-i Malik (Radiyallahu Anhüma), zamanlarının en fasığı olan
Haccac-ı Zalim’in ardında namaz kılmışlardır.
Seleften bazı kişilerin fasık ve bid’atçıların arkasında namaz kılmaktan Müslümanları menetmeleri kerahete hamledilir.
Nitekim Mülteka şerhi “Mecmeu’l-Enhur” (Damat) kitabında: “Kölenin, Bedevinin, Körün, Fasıkın, Mübtedi’ (Bid’atçı) nın ve Veled-i zinanın imam olması mekruhtur, imam olmaları durumunda namaz caizdir” denilmiştir.
Konu 2: Kıble ehlini, işlediği günahı helâl saymadıkça küfre nisbet etmemek.
Kıble ehli: İnanç esaslarını değişik şekillerde yorumlayan farklı itikadi mezheplere müntesip olan bütün Müslümanlardır.
Konu 3 : İster iyi olsun, ister kötü olsun iman üzere ölen herkesin cenaze namazının kılınacağına inanmak.
Çünkü Vasile ibn-i Eska’ (Radiyallahu Anh) dan rivayete göre Peygamber Efendimiz
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde:
“Her (müslüman) ölünün üzerine (cenaze) namaz (ını) kılın.” buyurmuştur.
Hadis-i şerifteki ölüden maksat müslüman ölüsüdür. Buna göre cenaze namazı yalnız ibadet ehli olan kimselere mahsus olmayıp, kıble ehlinden olan her günahkâr müminin de cenaze namazı kılınır.
Konu 4: Kur’an’ın mahlûk (yaratılmış) olmadığına inanmak.
Kur’anı Kerim son Peygamber Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e Allah-u Teala tarafından Cebrail (Aleyhisselam) aracılığı ile inmiş ve ondan tevatür yoluyla nakledilmiş olan kutsi bir kitaptır.
Kuran bizzat Allah-u Teala’nın kelamıdır. Bunda melek ve Peygamber sadece vasıtadır.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Cebrail (Aleyhisselam) vasıtasıyla
Allah-u Teala’nın vahyini telâkki etmesi iki suretledir:

1 Cebrail (Aleyhisselam) melekiyyetten beşeriyyete, (insan suretine) intikal edip Allah-u
Teala’nın kelamı olan Kur’an’ı Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e talim ederdi.

2 Bazen de Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beşeriyyetten melekiyyete yükselerek Allah u Teala’nın vahyine mazhar olur, Elfazı Kur’aniyye’yi (Kur’an’ın lafızlarını) telakki eder (vasıtasız olarak bizzat Allah-ü Teala’dan alır).
“Bunun içindir ki Kur’an-ı Kerim yalnız manası ile değil, elfazı ile de Peygamber
Efendimizin kalbine indirilmiştir.”
Kur’an’a Vahyi Metlüv (namazda kıraat olarak okunan vahiy) denilmesi de bu sebeptendir. Kur’anı Kerimin dört unsuru vardır:
1 Lafız olması,
2 Arapça olması,
3 Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e indirilmiş olması,
4 Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olması.

Bu dört unsurdan biri noksan olursa Kur’an olmaz. Binaenaleyh günümüzde bir çok dile çevrilen Kur’an-ı Kerim’in çevirilerine: “Meal” denir, “Kur’an” denilmez.
Netice olarak; Kur’an-ı Kerim manası itibariyle mucize olduğu gibi lafızları itibarıyla da mucizedir.
Çünkü Kur’an Kerim, kendisinin Allah-u Tealâ’nın sözü olmayıp, Hazreti Muhammed
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in sözü olduğunu iddia edenlere karşı:
“Eğer bu, insan sözü ise siz de böyle bir söz söyleyiniz. Bütün insanlar, cinler bir araya toplansalar, görülen ve görülmeyen bütün kuvvetler bir araya gelse ve birbirlerine yardım etseler yine, bu Kur’an’ın en kısa bir suresine, bir satırına benzer bir şey yapamazlar.” (İsra Suresi 88 den mealen) diye meydan okumuştur.
Ve bunu yapmak için pek çok uğraşanlar olduğu halde, bugüne kadar yapılamamıştır ve yapılamayacaktır.
Ayrıca Kur’anı Kerim’in bozulmadan kıyamete kadar kalmasını Allah-u Teala dilemiş olduğundan Kur’an’a bu özelliği vermiş ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den itibaren her asırda müslümanların içinde yüz binlerce insan bu mukaddes kitabı ezberlemişlerdir.
Kur’an’ın mahlûk (hadis; sonradan yaratılmış) veya gayr-ı mahluk (kadim; evveli olmayan bir kitap) olduğu konusuna gelince;
Bu konuya girmeden Allah-u TeaIa’nın zati sıfatlarından olan Kelam sıfatından bahsetmemiz gerekir.
Kelam sıfatı Allahu Teala’nın ezeli (evveli olmayan) sıfatıdır.
Zira hadis (sonradan yaratılan) şeylerin, kadim (evveli olmayan) Allah-u Teala’nın zatıyla kaim olması (zatında bulunması) zarüri olarak imkansızdır.
Allah-u Teala’nın zatında olan kelam sıfatı ses ve harf cinsinden değildir. Çünkü bir kelimenin ilk harflerinin telaffuz edilmesi bitmeden ikinci hecedeki harflerin söylenmesi imkansızdır.
Bu itibarla ses ve harf cinsinden olan Ke1am, hadis (sonradan yaratılmış) dır.
Müellif Ömer Nesefi: “Allah-u Teala’nın kelamı olan Kur’an, mahlûk (hadis; sonradan yaratılmış) değildir” diyerek Kelâm-ı Nefsi yani, ses ve harf cinsinden olmayan ve Allah-u Teala’nın zatıyla kaim olan mananın kadim (ezdi) olduğunu; hadis (sonradan yaratılmış) olmadığını söylemiştir.
Netice olarak deriz ki: Allah’ın kelamı olan Kur’an, ses ve harf cinsinden olmayıp zatıyla kim olan bir manadır ve ezelidir.
Ehli Sünnet alimleri, “Kur’an, gayr-i mahlûktur” derken Allahu Teala’nın zatıyla kaim olan mananın (ki, bu manaya da Kur’an denilmektedir) gayri mahluk (sonradan yaratılmamış) olduğunu söylemektedirler.

Konu 5: Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in miracının hak olduğuna inanmak.

MİRAC: Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in, Mescid-i Aksa’ya vardıktan sonra, semaya ve oradan da

Allah-u Teala’nın dilediği makamlara yükselmesidir.

EhI-i Sünnet vel cemaatın geneline göre mirac, hem ruh hem de bedenle gerçekleşmiştir. Mirac, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in hadisiyle sabit olmuştur.
Ancak hakkında varid olan hadisler mütevatir olmayıp, meşhür ve Ahad olduklarından, miracı inkar eden kafir değil, bid’atçıdır (Ehl-i Sünnetten çıkmıştır)

İsra hadisesine gelince:
İSRA: Allah-u Teala’nın Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) i gece vaktinde
Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksaya götürmesidir.
İsra, AIlah-u Tealanın:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescidi Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren zatı tenzih ederim. (o Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir). Şüphesiz ki 0, ziyade işiten, hakkıyla görendir.” (İsra Suresi 1)
Ayeti ile sabit olduğundan İsra’yı inkâr eden kafir olur.
Konu 6: Müminlerin cennette Allah-u Teala’yı göreceklerinin hak olduğuna inanmak. Müminler kendileri cennette oldukları halde Allah-u Teala’yı bir cihetten, bir mekândan ve bir şekilden münezzeh olarak görmek şerefine nail olacaklardır. Allah-u Tealâ’yı görecekleri nakli delille sabittir.
Cerir (Radiyallahu Anh) dan rivayet edildiğine göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:
“Sizler şu ayı zahmetsizce gördüğünüz gibi Rabbinizi de muhakkak öyle göreceksiniz.” Konu 7: Cennet ve Cehennemin hali hazırda yaratılmış olduğuna inanmak.
Zira Allah-u Teala Cennet hakkında mazi (geçmiş zamanı ifade eden) fiil sığasıyla
“Cennet muttaki (takva sahibi kimse) ler için hazırlanmıştır.” (Ali İmran Suresi:133 den); Cehennem hakkında da;
“Cehennem kâfirler için hazırlandı.” ‘Bakara Suresi:24 den) buyurmuştur.
Konu 8: Sahabenin sadece hayırla anılacağına inanmak.
Zira sahabelerin menkıbeleriyle ve kendilerine dil uzatmaktan kaçınmanın vacip oluşuyla ilgili olarak sahih hadisler rivayet edilmiştir.
Nitekim Ebu Said El-Hudri (Radiyallahu Anh) dan rivayete göre Resulullah (Sahallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur
“Ashabıma’ sövmeyiniz, sizden biriniz uhud dağı kadar (altın) verse, onların (verdiği) bir müd (denilen ölçekle) hatta yarım müd sadakadan aldığı sevaba nail olamaz.”
Abdullah ibn-i Muğaffil ((Radiyallahu Anh)) dan rivayet edildiğine göre Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Ashabım hakkında Allah (u Teala) dan korkun. Allah (ü Teala) dan ashabım hakkın da korkunuz da onları benden sonra (husumet oklarının) hedef (i) haline getirmeyiniz.
Her kim sahabeyi severse, beni sevdiği için onları sevmiş olur.
Her kim onlara buğzederse, bana buğzettiği için onlara buğzetmiş olur. Her kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiş olur.
Her kim beni incitirse Allah (-ü Tealây) ı incitmiş olur.
Her kim Allah (u Tealay) a eza ederse; Allah (u-Teala) onu (yaptığı ezaya karşı cezalandırmak ve azap etmek için) yakalayıverir.”
Ayrıca Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin ve diğer büyük sahabiler (Radıyallahu Anhum) den her birinin menkıbeleri hakkında sahih hadisler vardır.
Sahabiler arasında vaki olan münazaa ve harbleri, ictihadi hata ve benzeri yorumlarla yorumlamak ve değerlendirmek gerekir.
Bu sebeplerden ötürü sahabiye sebbetmek (sövmek) ve haklarında ileri geri konuşmak; şayet kesin delillere aykırı düşüyorsa küfürdür.
(Hazreti Aişe validemizin iffetine yapılan iftira gibi). Zira Allah-u Tealâ Nur suresinin ayetlerinde, Hazreti Aişe (Radiyallahu Anha) validemize yapılan iffetsizlik iftirasının asılsız olduğunu beyan etmiştir.
Eğer sahabiye sebbetmek ve haklarında…

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.