Geçen yazıda bu ülkede “terör başlarsa bir daha bitmez” diye bir öngörü de bulunmuş ve bunun sebeplerini başka yazılarımızda daha derin inceleyebiliriz demiştim. Orada özetle şöyle demiştim:
“Terör Örgütlerine yakın olan kimseler, bu ülkede on binlerce kişi. Binlerce insan hapishanede ve aileleri mağdur. Bölgede İran ve Esed’in de bir şeyleri tahrik etmek isteği malum. Uluslararası güçlerde artık Türkiye’yi karıştırmak için yalnız bırakmayacaktır. Bölgede artık Kürt mücadelesi olmayacağını farz etsek bile Hizbullah-PKK mücadelesi ve alan kazanma savaşı başlayabilir. İnsanların kaybedecek bir şeyleri yoksa mücadele sürekli büyür. Bu andan sonra TMK’daki değişikleriniz de bir işe yaramaz. Hükümet, TMK (Terörle Mücadele Kanunu) konusunda açıklama yapmaz ve insanların umutlarını tazelemezse büyük savaş kapıda.”
Bu yazımızda yukarıda anlatmaya çalıştığımız hükümleri biraz daha genişletmeye ve sebepleriyle beraber anlatmaya çalışacağım. Elbette konu geniştir ve bu geniş konuyu tek bir yazıya hapsedebilmem mümkün görünmemektedir. Bu sebeple konuyu seri bir şekilde incelemeye çalışacağım.
Siyaset Bilimcisi Michael Mann şu tespitleri yapmıştır: “Modern demokrasilerde, özellikle hukukun üstünlüğüne riayetin azaldığı durumlarda, etnik terör felaketi yaşanabilir. Halkın egemenliğini esas alan bir yönetim sisteminde, başlangıçtaki demokratik ideallerin tahrifine sebep olan kimi etkenlerin ortaya çıkması mümkündür. Demokratik idealleri çarpıtan etkenlerin başında, etnisite duygularının ön plana çıkması gelir. Bu duygular, zaman içerisinde etnik kimliğe dayanan iç savaşın yaşanmasına sebep olabilir. Özellikle etnik gurupların hiyerarşik olarak teşkilatlanmaları durumunda bir etnik partinin, diğerlerini egemenlikleri altına almaya çalışmaları da mümkündür. Bu durum, yıllarca süren kanlı çatışmalara vesile olabilir.
Demokrasilerde etnik temizlik, genel bir durum değildir. Daha çok kuruluş ve gelişme aşamasında ortaya çıkan, siyasi bir hastalıktır. Demokratik rejimlerde “halkın” (demos) etnik bir grup veya topluluk olarak algılanma durumu, 20. Yüzyılın başlarında bazı devletlerin “Modern-Ulus Devlet” şeklinde örgütlenmiş olmalarından kaynaklanan bir durumdur. Çünkü çoğu ulusun henüz siyasi-hukuki kimlik oluşturmadan önce şu veya bu etnik kökenle tanımlandığı malumdur. Dolaysıyla etnik kimlik; ulus devletlerin, özellikle kuruluş yıllarında ön plana çıkmaktadır. Bu anlayışın ulusların “kendi kaderlerini tayin hakkı” gibi keyfiyeti meçhul kavramları ön plana çıkarması da mümkündür.” Ulusların kendi kaderini tespit hakkı etnik temizliğinde habercisi olabilir.
KCK Yapılanması içerisinde yer alan DTK’nin hazırladığı “Kürdistan Özerk Yönetimi” taslağına göre yeni federal yapının ayrı bir bayrağı ve de kendi öz savunma güçleri olacaktır. “Şehir, kasaba, mahalle ve köyde yaşayan bütün halklar; faşist, gerici ve soykırımcı saldırılara karşı bilinçli ve duyarlı olur. Öz savunma, esasında bu yönelimler karşısında toplumsal direnişi ifade eder.” Bu tespitlere göre KCK’nın dünya görüşünü reddeden her Kürt; “faşist” her müslüman Kürt ise gericidir ve cezalandırmayı hakketmektedir. PKK’nın devletten istediği bölgede avantajlı bir konuma geçmek ve yılların getirdiği mücadele (!) kazanımlarıyla bölgeyi yönetmek olduğunu söyleyebiliriz. Suriye’de Esed ile anlaşıp Rojava Bölgesi’ni işgal etmelerinin sebebi de kendi dünya görüşlerine göre bir sistem inşa etmektir. Bu konuda en büyük engelleri ise bölgenin siyasal ve sosyal yapısıdır. Ne demek istediğimizi biraz daha açalım.
DTK’nın hazırladığı “Kürdistan Özerk Yönetimi” taslağında; “Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi, demokratik Türkiye Cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikalarına dahil olur. Demokratik Özerk Kürdistan kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir. Demokratik Özerklikte siyasi yönetim, tabandan başlayarak köy komünleri, kasaba, ilçe, mahalle meclisleri, kent meclisleri biçiminde demokratik konfederal temelde örgütlenmesini yaparak üstte toplum kongresinde temsiliyetini bulur.”
Komün sisteminin Kürtler arasında kabul görmeyeceği malumdur. Hedefe giden yolda iki temel düşman vardır: Feodalizm prangalarından kurtulamamış (!) Kürt Toplumu ve işgalci (!) Türkiye Cumhuriyeti.
PKK için anadilde eğitim yasaklarının devam etmesi daha büyük bir avantajdır. TMK’daki şiddete yönelik olmayan eylemleri bile cezalandırması kitlelerini büyütmektedir. Çünkü cezaevinde yatan binlerce insanın PKK’nın “komün” ideolojisi ile pek bir bağı yoktur. Onların çoğu “anadilde eğitim” gibi sebeplerden PKK’ya sempati duyan insanlardan oluşmaktadır. Ama cezaevine girince daha bir bilenmekte hatta ailesini bile peşinde sürüklemektedir. Hükümet ise TMK ile “paralel devlet projesini” engelleyebileceğini zannetmektedir.
Bölgede bireysel haklar yerine kolektif haklar konusunda ve alan hakimiyeti çerçevesinde mücadele söz konusudur. Bölgede temelde üç güç vardır: PKK, Hizbullah Örgütü ve Cemaat!.. Hükümet, TMK ile güçlü olan tarafa operasyonlar yapıp diğerlerinin ön almasını sağlamaktadır. En azından algı bu şekildedir. Çünkü şöyle düşünülmektedir. Biz de dergi ve gazete çıkartıyoruz onlarda. Biz de yönetime talibiz onlarda. Ama tutuklananlar hep biz oluyoruz. Bu haksızlık.
Devlet bütün toplum güçleri arasında hakem rolü oynayabilmelidir. Bu sebeple “terörün” ve baskının sınırlarını iyice çizmelidir. Hükümet elindeki güçten yani TMK’dan eline çok büyük güç verdiği için vazgeçmek istememektedir ama haksızlıkları biriktirmektedir. Devlet, hakemlik vazifesini yapamamaktadır. Halbuki TMK’yı kaldırarak PKK çevresinde örgütlenmeyi gevşetebilir ve yeni bir hayatın kapısını o insanlara açabilir. Bu insanlar; “bizim mücadelemizle Kürtler bazı haklara sahip oldular ve biz hala içerdeyiz” demektedir.
Bölgemiz yepyeni bir dalganın içerisinde…. Bu dalgayı ne askeri müdahaleler ne de TMK durduramaz. Adalet ve hürriyet devleti kuvvetli yapar. Devlet bölgedeki tüm gruplardan daha adil olmak zorundadır. Mesele ideoloji mücadelesi değildir. Alan hakimiyeti mücadelesidir. Devlet bütün alanlara egemen olmalı ve bu alan içerisinde adil bir şekilde tarafların birbirleriyle mücadele etmesine izin vermelidir. Aksi takdirde büyük bir savaş geliyor. Başbakan Danışmanı’nın Yalçın Akdoğan’ın “PKK, Kürtleri değil kendisini düşünüyor” tespiti haklı bir tespit. Hatta PKK Terör Örgütü’nün en büyük düşmanı Kürtlerdir. (Bunun sebebine belki ileride gireriz.) Ama bu tespit kendilerinin terörü tarif etmelerine engel olmamalı. Terör tarif edilmediği için mahkemeler kanaatler ve niyetlerle cezalar vermektedir.
Savcı iddianameleri şöyle başlamaktadır: “Filan örgüt ülkeyi bölmek (veya şer’i devlet kurmak) istemekte ve bu amaca ulaşmak için kadrolaşma, kitleleşme ve savaş yolu aşamalarından geçmek istemektedir. Şu tarihte yakalanan örgüt üyeleri birlikte çay içtikleri, piknik adı altında örgüte adam kazandırdıkları, gazete çıkartmak adına propaganda yaptıkları birbirleriyle telefonda konuştukları tespit edilmiştir. Bu sebeple bu kişilere ceza verilmesi gerekmektedir.” Mahkemelerde genelde 6 yıl 3 aydan başlayan cezaları vermektedir. Ve bu mahkemeler çok kısa zamanda (bir yıl gibi) sona ermektedir. Ama siz bir polisi öldürmüşseniz, barut testinden tutun birçok kiriminal teste tabi tutulmaktasınız ve bu davalarda yıllarca sürmektedir. Somut bir olaya ceza verilmemekte ama çay sohbeti yapanlar 6 yıl hapis cezası almaktadır. İnanmayan dava dosyalarına baksın!.. TMK sürekli yabancılaşma üretmektedir.
Gelecek yazı da bölgenin yönetim şekli ve parçalanmadan ve bölünmeden nasıl bir idari yapı kurulabilir konusuna değinmeye çalışacağım.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.