ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Pir Sultan Abdal -3- Biz Haram Lokma Yemeyiz

Sami Can

06 Ağustos 2014 Çarşamba 23:03
  • A
  • A

Vali Hızır Paşa’nın sofraya buyur etmesine rağmen Pir Sultan Abdal’ın kılı bile kıpırdamaz. Duymazlıktan gelir sanki; Hızır Paşa, “Sultanım, buyurun sofraya!” diye tekrar edince, Pir Sultan Abdal, dayanamaz konuşur:
-“Yok evlad, yok! Ben haram lokma yemem. Senin sofranda helal bir kaşık nimet bile yok. Banaz’dan ayrılalı beri sen hak yedin, yetim ahı aldın, harama uçkur çözdün!”
-“Nereden biliyorsun benim soframdaki lokmaların haram mı, helal mi olduğunu, söyle bana!”
Pir Sultan Abdal, O'nun sözlerine hiç aldırış etmez, hiddetine kulak asmaz, telaşsız ve sakin bir şekilde buyurur:
-“Bunu bilmek için ermiş olmaya, erenlerden olmaya ne hacet evlat! Bunu cümle alem biliyor. Herkes biliyor. Bunun böyle olduğunu benim köpeklerim de biliyor!”
Bu son cümle, vali Hızır Paşa’yı iyice çileden çıkarır. Her şeyi bir anda unutuverir sanki. “Himmet buyur, dua et de büyük adam, makam sahibi bir insan olayım” diyen kendisi değildi sanki. Avamdan bir kişi gibi gürler:
-“Nasıl bilirlermiş, göster de biz de görelim!”
“Gel Kara Kadı, Gel Sarı Kadı!”
Rivayet olunur ki, Pir Sultan Abdal’ın iki tane sadık köpeği varmış. Bunların birine “Kara Kadı” diğerine de “Sarı Kadı” isimlerini koymuş hazret.
-“Evet, doğrudur, köpeklerimin birinin adı Kara Kadı, diğerinin adı Sarı kadı’dır ama, bunlar onlar gibi haram yemezler, haramı helalden ayırt ederler!” diyerek haber salmış kadılara.
İşte, Vali Hızır Paşa’nın “Göster de biz de görelim” demesi üzerine Pir Sultan Abdal, yüzünü Banaz istikametine çevirerek: -“Gel Kara Kadı, gel Sarı Kadı!” diye sesleniverir. Pir’in sesini duyan iki köpek de kısa zamanda konağa gelirler. Salonda bir aşağı bir yukarı sinirli sinirli gidip gelen Vali Hızır Paşa, emreder adamlarına:
-“Tez elden, Pir Sultan’ı, Sivas’ın Toprak Kalesi’ne hapsediniz!” Bazıları bu emri yerine getirmeye cesaret edemeseler de, her emri yerine getirecek bulunur bu dünyada. Birkaç gayretkeşin gayreti ile Pir Sultan Abdal huzurdan alınarak bahsedilen kaleye hapsedilir. Hızır Paşa. Fakat, kendisi makam ve mevkiinin, dünyanın esiri olduğu için, hiçbir şeyi gözü görmez.
Aradan günler, haftalar aylar geçer, fakat paşanın hiddeti geçmez. Bir türlü teskin olamaz. Öte yandan hazretin hapsedilmesi üzerine halk arasında da bir rahatsızlık bir huzursuzluk baş gösterir. Sivas ve çevresi Pir Sultan’ın aşkı ile alev alev yanmaktadır.
-“Paşa, Pir Sultan’ı hapsettiniz ama, Sivas için için kaynıyor. Herkes Pir Sultan diyor başka bir şey demiyor. Gel, inat etme şu işi tatlıya bağla. Serbest bırak şeyhini. Bırak gitsin obasına yurduna. Onu, Sivas kalesi değil Banaz yaylası paklar.” İkazların çoğalması üzerine Vali Hızır Paşa düşünmeye başlar. Sonunda kararını verir; Pir Sultan Abdal’ı serbest bırakacaktır fakat bunun için de bir şartı vardır. Şöyle der:
-“Tamam, madem ki öyle diyorsunuz Pir’i serbest bırakıyorum. Sadece bir şartım var, divan kurulsun, Pir Sultan gelsin, üç deyiş söylesin, üçü de birbirinden güzel olsun, lakin hiç birinde Şah adı geçmesin. Böyle derse yaylasını yurdunu tekrar görür. Eğer böyle yapmaz da Şah’dan bahsederse kaleden çıkarırım serbest bırakırım ama kendisini de darağacında bulur!” -“Paşa oğlum! Hatırlıyor musun, çocukluğundaydı, Banaz’a yeni gelmiş, eşiğimizde boyun kesmiştin. Benden durmadan, büyük adam olman için dua etmemi istiyordun. Ben de sana, yine böyle istekte bulunduğun günlerin birinde; oğul vali de olur, paşa da olur, sonra da gelir beni asarsın demiştim. Ölüm fermanımı senin vereceğini söylemiştim sana, bana inanmamıştın. Hatırlayabildin mi?”
Pir Sultan, nefsinin esiri olan müridine söyleyeceğini söyledikten sonra başlar sazını konuşturmaya:
“Kul olayım kalem tutan eline,
Katip, ahvalimi yaz Şah’a böyle!”
Hemen arkasından ikinci deyişini söyler:
“Hızır Paşa bizi berdar etmeden,
Açılın kapılar Şah’a gidelim!”
Bu deyişleri duyan canlarda can mı kalır? Herkesin gözleri pınar gibi. Bir uğultudur kopar divanda. Üçüncü deyişini de söyleyiverir Pir Sultan:
“Eğer göğe erüben bostan olursam,
Şu halkın diline destan olursam
Kara toprak, senden üstün olursam
Ben de bu yayladan Şah’a giderim!”
-“Artık benim yapacak bir şeyim kalmadı! Pir Sultan kavlini kendi bozdu. Söylediği deyişlerde bilerek, kasten Şah kelimesini söyledi. İdam fermanını kendi eliyle, kendi sazı ile, kendi dili ile imzaladı. Toprağa gömülüp taşlanarak idam olunacaktır!” Paşa, bu hususta hiçbir suçu bulunmadığını divanın huzurunda anlaşmayı Pir Sultan’ın ihlal ettiğini ileri sürerek şeyhinin, velinimetinin taşlanmasını ister bütün Sivas halkından.
Pir Sultan Abdal’ı taşlayarak Paşa’nın emrini yerine getirenler arasında en yakın yardımcısı, en yakın dostu da vardı. Taş atması gerekirken gül atması çok dokunur Pir Sultan’a:
“Pir Sultan Abdalım, can göğe ağmaz,
Hakk’dan emir olmazsa rahmet yağmaz,
Ellerin attığı taş bana değmez,
İlle dostun gülü yaralar beni!”
Taşlanması yetmiyormuş gibi cesedini ipe astırır Hızır Paşa! Pir Sultan Abdal’ın taşlanmasının ertesi günü muhtelif yerlerden gelmiş birkaç yolcu Sivas’ta bir handa buluşurlar
-“Ben sabahleyin şehre gelirken, Pir Sultan Abdal’ı Koç Hisar yolu üzerinde gördüm!”der, bunu duyan yolculardan biri dayanamaz o da:
-“Kardeş sen yanılıyorsun galiba, zira ben O’nu biraz önce buraya gelirken Malatya yolu üzerinde Kardeşler Gediği’nde gördüm.” der. İkisinin bu iddiasını duyan içlerinden biri de hemen atılır ortaya:
-“Bana öyle geliyor ki siz ikiniz de büyük yanılgı içindesiniz. Zira Şahna yolu üzerinde gördüm Pir’i birkaç saat önce.” der, hata ettiklerini ileri sürer. Üçü kendi aralarında münakaşa ededursunlar yolculardan bir başkası, hayret dolu bakışları ile şunları söyler:
-“Kim yalan söylüyor kim doğru söylüyor kim yanılıyor bilemiyorum ama bir bildiğim varsa Pir hazretlerini ben Tavra Boğazı’nda gördüm. Elinde sazı, ardında da iki tazısı vardı.”

-“Efendiler, ağalar! Bana öyle geliyor ki, siz hepiniz de büyük hata içindesiniz. Pir Sultan’ı görmenize hiç imkan yok, zira onu bu sabah astılar da!” Hancının bu sözleri bıçak gibi keser yolcuların münakaşalarını. Ortalığa derin bir sessizlik hakim olur. Sessizliği içlerinden biri bozar.
-“Nerede astılar ağam?” Hancı kekeleyerek cevaplandırır: -“Çarşı içinde, pazar yerinde.” Hep birlikte pazar yerine giderek Pir Sultan Abdal’ın cesedini görmek isterler. Fakat nafile!
Çünkü darağacında sadece boş bir aba sallanmaktadır yavaş yavaş, bir sağa bir sola. Bir kısım askerler onu Kızılırmak Köprüsü üzerinde görürler. Pir Sultan Abdal ardına hiç bakmaz bile. Rahat bir şekilde köprüyü geçer ve sonra da askerlere dönerek “Eğil Köprü!” diye seslenir. Köprü bir anda eğilir ve suya batar. Askerler gelemez, ardından bakakalırlar. Pir Sultan Abdal’ın ardından en güzel deyişleri Sanem adındaki torunu söylemiştir:
“Dün gece seyrimde coştuydu dağlar,
Seyrim ağlar, ağlar Pir Sultan deyu.
Gündüz hayalimde gece düşümde,
Düş de ağlar, ağlar Pir Sultan deyu.
Uzundu, usuldu dedemin boyu,
Yıldız’dır yaylası Banaz’dır köyü.
Ya bahar ayında bulanır suyu,
Sular ağlar, çağlar Pir Sultan deyu.”
(Kaynak: Gönül Erleri İstanbul ve Anadolu Evliyaları, Sabri Yılmaz.)
Eyvah eyvah, bugünkü, kaşın üstündeki sürmeyi götürenleri görselerdi ne yaparlardı acaba? Nur içinde uyu Pirim

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.