ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Sivas’ın Güneş’i Şems i Sivasi (k.s) Kara Şems Şemsüddin

Sami Can

12 Ağustos 2014 Salı 10:20
  • A
  • A

ene Meczub:

Şemseddin Ahmed Sivâsî k.s. (Kara Sems)

Anadolu'da yetişen büyük velîlerden. Halvetiyye yolunun kolu olan Şemsiyye (Sivâsiyye)'nin kurucusudur. Babasinin ismi Ebü'l Berakat Muhammed'dir. Asıl ismi, Ahmed, künyesi Ebü's Sena, lakabi Semseddin'dir. Kara Şems diye şöhret bulmuştur. 1519 (H. 926) senesinde Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu. 1597 (H. 1006) senesinde Sivas'ta vefât etti. Sivas'ta Meydan Camii avlusunda medfûn olup, Kabri ziyaret edilmektedir.

Türk İslam tarihinde ki meşhur üç Şems'ten birisidir. Bunlardan birincisi Mevlâna Celâleddin-i Rûmi'nin hocası olan Şems i Tebrizi, ikincisi İstanbul'un fethinde Fatih Sultan Mehmed Hanin yanında bulunan Aksemseddin, üçüncüsü de III. Mehmed Han ile birlikte Eğri Seferine katılan Kara Şems'tir. Üçü de yüksek dereceler sahibidir.

Kara Şems yedi veya sekiz yaşındayken, Amasya'da bulunan Halvetiyye büyüklerinden Şeyh Hacı Hıdır'ın sohbetleriyle şereflenip elini öptü. Bu ziyareti talebelerinden Receb Efendi söyle nakleder; Hocam Kara Şems anlattı: "Babam, Ebü'l Berakat Muhammed Efendi, Amasya'daki Habib Karamâni hazretlerinin halifesi olan mârifetler ve kerâmetler sâhibi Hacı Hıdır'ın talebelerindendi. Bu fakir yedi yaşındayken, babam anneme: "Oğlum Ahmed'i şeyhime götürmek istiyorum elbiselerinin yıka. Yolculuk için azık ve şeyhime götürebileceğim hediye hazırla" dedi. Hazırlık yapıldıktan sonra bir kıs günü babamla Zile'den Amasya'ya vardık. Hacı Hıdır'ın huzûruyla şereflenip ellerini öptük. Hacı Hıdır: "Böyle kıs günlerinde bu mâsumu ne diye getirdin ?" buyurunca, babam da: "Nazarınıza muhâtâb olmak, şerefli sohbetinizden bereketlenmek ve hayır duânızı almak için getirdim" dedi. Bunun üzerine Hacı Hıdır hazretleri mübârek ellerini kaldırıp, benim yüzüme bakarak duâ etti. Orada bulunanlar âmin dediler.

Bu fakire gelen ihsânlar ve yükseklikler o duanın bereketiyledir." Ziyaret bittikten sonra Zile'ye döndü. O beldenin âlimlerinden sarf ve nahv ile diğer ilimleri tahsil etti. Daha sonra Tokat'a gidip Arakiyecizâde Şemseddin Efendi'den ve diğer âlimlerden aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Bu sırada gördüğü bir rüyayı şöyle anlatır: "Tokat'ta ilim tahsili ile meşgul olduğum sırada bir gece, rüyamda bir sahrada oturmuş ve etrâfımı bir nûr kaplamıştı. Etrâfimda genç-ihtiyar birçok kimsenin döndüğünü gördüm. Bu rüyâyı, rüya tabir etmekle mâhir olan Köstekcizâde'ye anlattim. Ben rüyâyi anlatınca, bana: "Nerelisin, kimin nesisin, nerede kalıyorsun ve ismin nedir ?" diye sordu. Ben de ayrıntılı olarak hâlimi ve kim olduğumu anlatınca, bana: "Sana müjdeler olsun ki, zâhirî ve batinî ilimlerde yüksek dereceye ulaşıp zamanının bir tânesi olacaksın. Her taraftan insanlar gelip senden feyz alıp, Allah'ü teâlânin rızâsına kavuşacaklar diye tâbir etti.

Bu tâbirde bildirilen hususlar yirmi sene sonra aynen meydana geldi" Tokat'ta aklî ve naklî ilimleri tahsil edip yükseldikten sonra İstanbul'a gelip, Sahn i semân medreselerinden birinde müderris olarak vazifelendirildi. Bir müddet ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgul oldu. Bir gün zamanın kazaskerlerini ziyarete gitmişti. Müderrislere ve kadılara karşı kazaskerin tutumunu ve onların makam için düştükleri hâlleri beğenmedi. Çıktıktan sonra Fâtih Câmiine gitti. Iki rekat namaz kılıp, huzurlu bir kalb ile Allahü teâlaya: "Yâ Rabbi! Bunların içinden beni kurtarıp, tasavvuf ehlinin yoluna dâhil eyle" diye dua etti. Kısa bir müddet sonra hacca gitti.

Hac ibâdetini yerine getirip Peygamber fendimizin mübârek kabrini ziyâret ettikten sonra, doğum yeri olan Zile'ye döndü. Orada ilim öğretip, insanlara Allahü teâlanın dinine ve Peygamber efendimizin güzel ahlâkını anlatmaya başladı. O sırada Ibn i Hişam'ın Kavâid ül I'râb adli eserine Hail ül Me'âkid adli şerhi yazdı. Fakat içinden ilâhi aşkın ateşinin hârareti her geçen gün biraz daha artıyor, Allahü teâlânin sevdiği bir veliye talebe olmak istiyordu. Bu sırada Amasya'lı Şeyh Muslihuddîn Efendinin dergâhına gidip, onun sohbeti ile şereflendi ve ona talebe oldu. Bir müddet sohbet ve hizmetinde kalıp feyz aldı.

O sırada gördüğü bir rüyâsını söyle anlatır: "Bir tepe üzerinde büyük bir ağaç, bu ağacın yedi büyük dalı var. Elimde Mushaf-i şerif bulunuyor. Bu mushafı o ağacın en yüksek dalına asmak istiyordum. Bu sırada şiddetli bir rüzgâr esip, ağacı kökünden devirdi. Eyvah bu ne haldir diye üzülürken uyandım. Ertesi sabah rüyâmı hocam Muslihuddin Efendi'ye anlattım. "Rüyân aynı ile vâki olacaktır. Ağaçtan murâd bizim vücudumuzdur. Yakında biz göçeriz. Lakin bizden önceki hocalar duâ edip seccâde ve asâ verirlerdi. Biz dahi size icâzet verelim" deyip, elleriyle icâzetnâme yazdılar.

Aradan birkaç gün geçmeden rüyâ ayni ile vâki olup, hocam vefât etti. Hocamın vefâtıyla yetim kaldım. Mumu sönmüş eve, suyu çekilmiş değirmene döndüm" Kara Şems, hocası Amasya'lı Muslihuddin Efendi'nin vefâtından sonra, mübarek, velî bir zât bulup talebe olmak istedi. Tokat'taki zâhid ve muttaki, yüz yas civarında bulunan Şeyh Mustafa Kırbâşı adında bir zâta gidip, talebe olmak istedi. O zât, "Sen gençsin, ben ise ihtiyar ve hastalıklıyım. Riyâzete (nefsin istediklerini yapmak) kuvvetim yoktur. Seni terbiye ile meşgûl olamam" dedi.

Kara Şems: "O zaman benim halim ne olacak ? Beni buraya terbiye etmeniz ve yetiştirmeniz için geldim" deyince, "Sen bu işte hâlis ve sâdık mısın ?" diye sordu. Kara Şems: "Evet" cevâbını verince, basını önüne eğip bir müddet bu halde kaldıktan sonra başını kaldırıp: "Altı aya kadar Allahü teâlâ, ya seni kâmil bir rehberin huzûruna gönderir veya böyle bir zâtı seni terbiye için gönderir" dedi ve Kara Şems'e hayır duâda bulundu. Kara Şems bundan sonra tekrar Zile'ye dönüp, ilim öğretmekle meşgûl oldu ve Muhtasâr i Menâr üzerine, Zübdet ül Esrâr adli bir şerh yazdı. İlim öğretmekle meşgulken, Tokat'a meşhûr nahiv âlimi Şemseddin Efendi'yi ziyârete gitti. Şemseddin Efendi onu görünce: "Ben de senin gelmeni arzuluyordum. Çünkü sen akıllı, anlayışı ve kavrayışı iyi birisin.

Memleketimize Şirvan'dan velî bir zât geldi. Bizlere vâz ve nasihat ediyor. Anlattıkları okuyarak öğrenilecek akıl ve zekâ ile söylenilecek şeyler değil. Konuştukları Allahü teâlânın ihsanı ile bilgiler. Haydi, onun yanına gidelim" dedi. Birlikte kalkıp gittiler. Böylece Abdülmecid i Şirvâni'nin sohbetine ve mübârek ellerini öpme şerefine kavuştu. Abdülmecid Şirvâni sohbetinin sonuna doğru: "Ey Kara Şems! Benim, Allahü teâlânın emri ve sevgili Peygamber efendimizin işâretiyle kendi memleketimi, ailemi ve sevenlerimi terk edip, dağ ve beldeleri aşıp gelmem, sadece seni irşâd ve terbiye içindir" buyurdu.

Kara Şems bu anı şöyle anlatır: "Abdülmecid Şirvâni'nin bu sözünü duyunca, Şeyh Mustafa Kırbâşı'nın daha önce verdiği müjdeyi hatırladım, hesab ettim, tam altı ay geçmişti." Kara Şems bu esnâda Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisi gitti. Allahü teâlâya hamd edip: "Aradığımı buldum" dedi.

Abdülmecid Şirvâni'nin sohbetine kabul edilişini şöyle anlatır: "O zâtın huzuruna varınca, bu fakirde istek ve arzu görüp: "Siz bu civardaki kasaba ve şehirlerin tanıdığı meşhûr ve halk nazarında yüksek birisiniz. Böyleyken huzurumuzda zilleti ve dervişliği kâbul edersiniz. Halktan rağbet göremezsiniz. Bu duruma pişman olursunuz. Çünkü bu yol sıkıntılar ve meşakkatler yoludur" buyurunca: "Cânlar fedâ muhabbet i cânâna ser değil, Eshab i aşka terk i ser etmek hüner değil" dedim." Bunun üzerine: "Sen sâdık bir talebesin. Biz de seni irşâd etmekle vazifeliyiz. Riyâzet ve mücahedeye tahammül edersen, az zamanda rizâ i İlâhî'ye kavuşursun" buyurup: "Yâra yol iki kademdir birisi câna bas çünkü bu meydâna geldin merd isen merdâne bas" beytini okudu ve fakiri kabul buyurdu."

Abdülmecid Şirvâni'nin hizmetinde bulunup sohbetinden istifade etti. Feyz alıp tasavvuf derecelerinde yükseldi. Dünya sevgisinden uzaklaşıp, hakikate yöneldi. Şemseddin Sivâsi, Abdülmecid Şirvâni'den kısa zamanda feyz alıp, tasavvufun yüksek derecelerine kavuştu.

Bir gün hocası, haber göndererek, yanına çağırdı. Hayır duâda bulunarak insanlara, Allahü teâlânın dinini ve sevgili Peygamber efendimizin güzel ahlâkını anlatmakla vazifelendirdi. Şöhreti her tarafta duyuldu. Devrin Sivas vâlisi Hasan Pasa, kendisini Sivas'a davet edip, yaptırdığı dergâha yerleştirdi. Ayni zamanda yaptırdığı câminin imâmlığı da kendisine verildi. Orada ilim öğretti, insanlara vaaz ve nasihatle meşgul oldu.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.