Sanayi Toplumlarında “Anayasa Hareketleri” toplum içerisindeki hiyerarşiyi sağlamak ve sosyal sınıflar arasındaki dengeyi oluşturmak için ortaya çıkmıştır. Türkiye’de anayasal hareketlerin, iktidarı ele geçirmek için kullanıldığı sabittir. Yani sosyal sınıflar arasında denge kurmak için değil egemen olmak için gündeme getirilmiştir. Bu sebeple anayasalarımızın temel karakteristiği “ihtilal sözleşmesi” olmuştur. Bu sebeple “Anayasalar” sosyal sınıfların hepsini bastırmak için kullanılmıştır. Anayasaların bu ruhunun yargıya da bulaştığını söyleyebiliriz.
Türkiye’de İstiklal Mahkemeleri’nden bu yana yargının “özel” olanının toplumu yönlendirmek hatta sosyal sınıfları bastırmak için kullanıldığı sabittir. Mahkemeler de kimi zaman ideolojiler yargılanmış kimi zamanda bir dinin simge ve değerleri yargılanabilmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin salonlarında “Kürt” demek “bölücülük” olarak yargılanabilmiştir. Meşhur 163. Madde İslam’ın tebliğ edilmesini bile yasaklanmış ve bu suç (!) dolaysıyla 12000 insan mahkûm edilmiştir.
Türkiye’de yargının fonksiyonunu iyi görmemiz lazımdır. Halka ve değerlerine kapalı bir mekanizma içerisinde görev yapan yargı her zaman birilerinin kadrolaşması için önemli bir yer olmuştur. Devleti ele geçirmek isteyenler veya muhaliflerini etkisiz hale getirmek arzusunda olanlar her zaman “yargıyı” ele geçirmeye çalışmışlardır. Dikkat edin burada “devleti ele geçirmek” kavramını bilinçli olarak kullandım. Zira egemen güçler hiçbir zaman yargıyı, insanlar arasındaki ihtilafları çözmek için var olan kurumlar değildir. Adi suçlar da mekanizma teoride böyle işlese de siyasi suçlarda (?) böyle işlememektedir.
Kâğıt üzerinde idarenin bütün fiilleri “yargı denetiminde”dir. Bu sebeple Türkiye’deki sosyal ve siyasal tarafların hepsi “yargı bağımsızlığına” özel bir önem verdikleri intibaını yaymaya çalışırlar. Çünkü yargının bağımsızlığı bir anlamda kendilerinin de meşruiyet ölçüsü gibi değerlendirilir.
Bütün insanlar için “iyi” ve “kötü” gibi kavramlar mevcut mudur? İslam’a göre mevcuttur. Ama biz şimdi meseleyi İslam’a göre değerlendirmeyelim. Laik-Demokratik ülkelerde anayasayı ve kanunları meclisler yaparlar. Mahkemeler de meclislerin çıkartmış oldukları kanunlarla meselelere bakarlar. Bu noktada mahkemelerin bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir. Bir anlamda bu toplumlarda yasama, yürütme ve yargı kapalı bir yapı oluşturur. Kapalı yapılar ise kendi içerisinde çürürler. Veya çürümeye mahkûmdurlar. Bu noktada yasama faaliyetlerine “halk” dolaylı da olsa iştirak etmektedir dahası yasamayı yapanları da kendisi seçmelidir şeklinde bir itiraz gelebilir. Ama halkın kanaatlerinin de egemen güçler tarafından şekillendiğini unutmamak lazımdır. Bu noktada çözümü ortak iyi ve kötü kavramlarıyla ifade edebiliriz.
Anayasa teoride bütün sosyal sınıfların üstündedir. Ama anayasa “ortak iyi ve kötünün” peşine düşmez de birçok ayrıntı ile bezeli ise orada kuşkulanmak hepimizin hakkıdır. Neden böyle dedim? Anayasa, birçok hükümden oluşuyorsa orada iktidar oyunlarını aramamız lazımdır. Anayasa’da sadece adil yargılanma hakkı gibi meselelerden bahsedilseydi hiç kimse anayasa üzerinden çeşitli ayak oyunları yapamazdı. Ama bizim anayasa da insanların ırkları bile tayin edilmektedir. Anayasa’ya göre Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür. Kürtler anayasa göre yoktur. Kanunen anayasaya yalan söylüyor diyemeyeceğimize göre Türkiye’de yaşayan ve “ben Kürdüm” diyen herkes yalan söylemektedir. Bu noktada “yargının neden bağımsız olmaması” gerektiği meselesine değinelim.
Türkiye’de yargıya özellikle ceza davalarında oldukça geniş bir yetki verilmiştir. Ceza Muhakemeleri Kanunu incelendiği takdirde ne demek istediğimiz anlaşılır. Bir örnek olması hesabıyla Madde 217’yi okuyalım:
“Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”
Bazı “hukukçulara” göre “bu deliller, hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir” cümlesi hâkimin, bazı delilleri görmezden gelebilmesine vesile olabilmektedir. Gerçekten de hükümdeki vicdan ve serbestlik kelimeleri mahiyeti belirsiz bir yargılanmayı ortaya koymaktadır. Suçsuz olduğunuza dair bir delili duruşmaya getirdiğiniz takdirde bile “hâkim” delilinizi reddedebilir. Bu noktada “iyi de hâkim neden böyle bir şey yapsın” diyenleriniz çıkabilecektir. Böyle bir ihtimal bile yeterince korkutucu iken siyasi sanık iseniz ne olacağı belli olmaz derim.
Sosyal ve siyasal hayatı yargı üzerinden kontrol etmek bu ülkede adeta bir gelenektir. Bu sebeple Özel Mahkemeler geleneği askeri darbeler döneminde bile kesintiye uğramamıştır. Darbelerle hükümetsiz kalmışız ama hiçbir zaman “özel” mahkemesiz kalmadık. Çünkü iktidarda kim olursa olsun her zaman “özel” mahkemelere ihtiyaç duymuştur. Yargı her zaman kutsaldır ve yıpratılmaması için özel bir önem gösterilmiştir. 28 Şubat’ta brifinglerle yargıyı yönlendirenler içinde iki kutsal kurum mevcuttu: Yargı ve bilimsel (!) tezlerin üretildiği üniversiteler!.. Yani herkesin yargıya ihtiyacı olmuştur.
AK Parti Hükümeti döneminde yargı kullanılmış mıdır? Böyle bir şey dersem benim üzerimde de yargı kullanılabilir. Bu noktada susmak en iyisidir. Bir cemaat hakkında kitap yazdığı için 15 yıl hapis alanlar, değiştirilmesi muhtemel dijital deliller, piknik yaptığı için örgüt üyesi cezası yiyenler hep bana ürkütücü gelmiştir.
Yazı bitti!..
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.