Olmazsa olmazımız, aşk ne? Fransız psikanalist Jacques Lacan, bu soruya duyduğum en güzel cevabı vermiş: "Aşk, sevilenin seven olmaya gönül indirmesidir" diyor. Haksız mı? Kesinlikle değil. Düşünsenize, sevilmek muhteşem ve bir o kadar da zahmetsiz bir şey; sürekli sizinle ilgilenen, size güzel sözler söyleyen, şımartan, boş vakitlerinizi sıkılmanıza gerek kalmadan dolduran biri var hayatınızda.
Oysa sevmek öyle mi? Siz sevilen tahtınıza rahat rahat kurulmuşken, sevenin haline bir bakıverin, sarf ettiği çabalara, size olan emeğine, ince ince düşüncelerine, her daim ne kadar uzakta da olsa yanınıza koşup gelmesine. Kolay değil, tüm bunları yapmak, bir dolu sıkıntıyı göğüslemek. Ve işte Lacan da tam bu noktada diyor ki, sevilen olmak lükstür. Sevilen, seven olmayı yani aynı zahmetli yollardan geçmeyi göze aldığında bir mucize gerçekleşir ki o noktada kapımızı çalan aşkın ta kendisidir. Bu noktadan sonra aşkı yaşadığınızı parmak uçlarınıza kadar hissedersiniz, karnınızda renkli kelebekler uçuşur, kalbiniz öyle hızlı atar ki ağzınızda sanırsınız, boğazınız öyle düğümlenir ki hayır diyeceğiniz, hoşlanmadığınız bir şeye başınızı sallar onaylarsınız. Artık aşk çukurunu kazmaya başlamışsınızdır. Çukura geçirdiğiniz tırnaklarınız, bu çukuru daha da derinleştirir. Çukur derinleştikçe çıkmanız artık çok zorlaşır. Bu zorlaşmanın adı bağlılıktır. Bilirsiniz ki artık bu çukuru onun yardımı olmadan asla çıkamayacaksınızdır. Aşk böyle derinleştikçe sizi kendisine daha da bağımlı yapar. Bağımlı oldukça kaybetme duygusu ağır basar. Günün birinde onu kaybedeceğiniz düşüncesi soğuk terler döktürür, sevilen tahtından indiğinize pişman olmuşsunuzdur.
Aşk mucizesi zaman ilerledikçe kabusa dönüşmeye başlar. Tahttan inmişsinizdir ve tahtın yeni sahibi o dur. Yapacak hiçbir şeyiniz kalmamıştır. Siz tahtın sahibi karşısında ezildikçe büzüldükçe o gücünün zirvesindedir artık. Aşk sizi terk eder. Çünkü ne sevilen sevendir, ne de seven sevilendir bir güç savaşı başlar. Aşk savaş sevmez, yarış sevmez, tükenmeyi, tüketmeyi sevmez, kavga sevmez, “ben” kelimesinden nefret eder, bağlanmayı sever, bağımlı olmayı asla. Bu dengeler bozuldukça aşk başını alır gider .O gitmek için izin istemez gelirken istemediği gibi. Ağlar aşk, kendisinin imkansız olduğunu düşünenlere ağlar. Çünkü o imkansız değildir onun tek yaşayabildiği, nefes alabildiği yer sevilenlerin seven olmayı tercih ettikleri yürekleridir. Yüreklerden bir tanesi seven olmaktan vazgeçtiği an aşk gitmeye karar verir. Aşk ya o yüreklerde ölecektir ya da gidecektir. İmkansızlıkta ölmek değil midir? Aslında aşk ölür insanlarsa bunu imkansızlık sanır. İşte aşkın öyküsü budur…
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.