Her geçen gün daha da kaybediyoruz. Bir zamanlar topraklarımızı kaybediyorduk. Elimizde kalanlar ile vatanı savunmak, kurtarmak imkansızdı. Vatana göz dikenler o derece eminlerdi ki bu toprakları rahatlıkla işgal edebileceklerine. Bu eminlikleri tarihte, kimi zaman gülerek, kimi zaman da gururla okuduğumuz sözlerinden de anlaşılıyordu, ancak hesaba katmadıkları husus bu vatan insanlarının canlarını ve mallarını vatan uğruna rahatlıkla feda edebilecekleri idi. Zor günlerdi o günler, görmedik, yaşamadık belki ama dedelerimizin yüzlerindeki çizgiler bile mücadele cephelerini anlatır gibiydi bizlere. Zor günlerdi, bu miletin o dönem yaşadıkları. Nicelerinin babasız, kocasız, dedesiz, ağabeysiz kaldığı günlerdi. Atlattık ve kazandık, kaybettik fakat kazandık. Neyi kaybettiklerimizin hesabını kazandıklarımızın sevincinden yapamadık belki ama sevindik çok sevindik kazandığımıza. Özgürlüğümüze, bağımsızlığımıza sevindik ve yeniden başladık dünyanın meşgalesine kaybettiklerimizin ardından.
Bugün ise yine kaybediyoruz;
Neyi mi?
Geleceğimizi...
Bir zamanlar dedelerimizin kurtardığı geleceğimizi bugün yeniden kaybediyoruz. Sokak aralarında ailelerinin bihaber geleceğimiz tiner, bally, esrar gibi uyuşturucu maddeler ile kendini uyutuyor. Yaşayamadıkları aile tablosunu hatırlamamak adına uyutuyor kendisini.
Neden...?
Dünya ve üzerindekilere o kadar kendimizi kaptırmışız ki ailemiz, birinci önceliğimiz çocuklarımızın aile içi eğitimlerini görmezden gelmek bir yana sanki onlar donanımlı olarak dünyaya gelmiş gözüyle üstüne üstlük bir de onları hayırlı/hayırsız sıfatıyla yargılıyoruz. Bir çocuğun hayırlı ya da hayırsız olduğu hangi kritelere göre belirleniyor. Allah tarafından yaratılmış boş bir beyin büyüdüğü aile ortamında şekillenirken hayırlı ya da hayırsız olması kim tarafından belirleniyor. Bir beyin nasıl oluyor da aile içinde doldurulmasına karşın aile tarafından yetişme çağları görmezden geliniyor. Çocukluk dönemleri, gençlik dönemleri ve yetişkinlik dönemlerinde bir insanın edinmiş olduğu hayat izlenimleri kim tarafından oluşturuluyor.
Sıkıntı buradan başlıyor, çocuk aile içinde kafasındaki soru işaretlerinin cevaplarını yerlerine yerleştirebiliyor mu ? Soruların cevapları, merakların giderilmesinde ailenin rolü birinci dereceden önemliyken aile bireyleri bunun ne kadar farkında ?
Bu soruların cevapları bir gençliğin bir toplum geleceğinin yapısını oluşturmada en önemli etken.
Çocuklarımıza yeteri kadar vakit ayırabiliyor muyuz ?
Tabi ki hayır...
Ayırabilseydik, toplum olarak, bugün gençliğimizden övgüyle söz ederdik.
Tüm gençliğimiz tehlikede mi ?
Hayır.
Ancak bugün sosyal hizmetler kurum personeli, adliye personeli ve emniyet personeli gençliğin ne kadarının ne durumda olduğunun az çok farkında.
Bir adliye çalışanı olarak ben, gencecik çocukların sokak aralarında, köprü altlarında tiner, bally, uyuşturucu, esrar, eroin kıskacında her geçen gün zehirlendiğini görmekte pek de zorlanmıyorum. Bu tabloyu her geçen gün genişler halde gördüğüm için çocuklarımıza yeteri kadar vakit ayıramadığımızı açık ve net bir şekilde cevaplandırabiliyorum.
Geleceğimiz olan çocuklarımızı kaybetmek ile vatanı kaybetmek arasındaki fark bizim için ne derece önemli ?
Doğru yetiştirilmemiş bir nesil ile vatan kaybedilmiyor mu ?
Aşılanması gereken değerler aşılanmadığı, verilmesi gereken etik kuralları ve sağlıklı bir ahlak yapısı yoksa nasıl sağlıklı bir toplum yapısı oluşur gelecekte.
Sıkıntının başlangıç noktası ise aile, anne-baba ikilisi, bu ikili birlikte bir insan yetiştirme rolünü üstlenemiyorsa yukarıda değindiğimiz karamsar tablo kaçınılmaz olur.
Sağlıklı bir nesil yetiştirme konusunda ciddi emek ve mesai harcayan kimi kurumsallaşmış yapılar her ne kadar bu konuda kaliteli çalışmalar yapsa da ne yazık ki anne ve baba rolünün sağlıklı işlenmediği nesiller her daim eksik kalır.
Peki anne babalar hangi konuda eksik kalıyor.
Yaşamdan bir kaç kesit sunacak olursak, bir öğretmen arkadaşımız lise öğrencisine sınıfta "oğlum bak babanı çağıracağım artık" sözünü sarfedince, öğrencinin cevabı ise "hocam çağırın belki yüzünü görürüm" oluyor. Bunları öğretmen arkadaşlarımız her gün yaşıyor, onlar için olağan olmuş bir tablo artık. Bunları görmek çok zor değil, bir iki öğretmenle konuşursanız bu tür durumları sık sık duyarsınız.
Daha geçen gün bir camiide din görevlisi arkadaşımız bir cemaatine; oğlunun tiner ve bally kullanan çocuklarla birlikte hareket ettiği uyarısında bulunuyor ve bu konuda ne yapılması gerektiğini istişare ediyordu. Namazım bittiğinde ben de odaya girip bu konuda babaya kimi tavsiyelerim olur düşüncesiyle bir kaç öneride bulundum ancak nafile. Babamız din görevlisi arkadaşa şöyle savunma yapıyor; hocam bak ben bu çocuğu size iki defa getirdim ikisinde de kaçtı, o kadar dövdüm yine de uslanmadı, hep o çocuklar çekiyor hocam bu çocuğu, beş kız çocuğu büyüttüm onları istediğim gibi yönlendirdim, bi ağabeyi var ondan böyle şikayetler almıyordum ama bu çok fena hocam. Vs. vs. vs. Din görevlisi arkadaşımız ne kadar dayak ve şiddetin bir çözüm olmayacağı uyarısını yapsa da babamız inşaatlarda çalışarak ekmeğini kazanan fakat hayatında bir kez olsun ben bu çocukları nasıl sağlıklı bir birey olarak yetiştiririm düşüncesine sahip olmayan babalarımızdan belli ki.
Peki bir babanın vazifesi sadece evi geçindirmek midir ? Bugün sadece ev geçindirme telaşı içinde olan babalarımızın bir çoğunun çocukları ne yazık ki hayırsız evlat tabiriyle adlandırdıklarımızdan. Şu da bir gerçek ki hiç bir anne baba çocuğunun dış dünyada iyi olmadığını söyle-ye-mez. Çünkü bir başkasının kendi çocuğu hakkında çok haylaz demesini kaldıramaz, ebeveynler de aslında farkındadır kabahatlerinin ancak bunu dillendirmekten ve düşünceleştirmekten korkarlar.
Peki biz ne zaman çocuklarımızı yetiştirme telaşına düşeceğiz, elimizden kaçtıklarında, beklentilerimize uygun bir karaktere sahip olmadıklarında, bize hayatı dar ettiklerinde mi ? Kaç anne baba çocuğumu nasıl yetiştiririm telaşı içerisinde. Kaç anne baba "acaba ben bu davranışı sonrasında çocuğuma nasıl bir yaklaşım sergilemeliyim?" sorusunu yöneltiyor kendisine. Kaç anne baba evde istikrarlı bir yaklaşım sergiliyor çocuğuna karşı. Kaç anne baba çocuğuna "hadi oğlum/kızım arkadaşlarınla buluşalım, eğlenelim" diyor. Kaç anne baba çocuğuna "ben şuraya gidiyorum oğlum/kızım benimle sen de gelmek ister misin" diyor. Kısacası kaç anne baba çocuğunu kaale alıp ona aile içerisinde bir değeri olduğunu hissettiriyor. Çok az.
Biz anne baba olarak çocuklarımıza değerli olduğunu hissettirmekzsek, onlara değer veren sokaklar onları bizden alır. Çok net. Bunu görmek için çok geniş düşünen bireyler olmamız gerekmez, her göz bunu açık ve net görebilir.
Bir insan nerede kendisine değer verilirse orada olmayı arzular. İnsan nerede sözü dinleniyorsa orada bulunmayı ister.
Çocuklarımıza değer vermeli ve verdiğimiz değer kendi kafamızda kalmamalı, bunu çocuklarımıza yansıtmalıyız. Onların düşüncelerinin ve sözlerinin bizim için önemli olduğunu onlara göstermeliyiz. Onları dinlemeliyiz ki bizimle konuşsunlar, onlara fikirlerini sormalıyız ki onlar da fikirlerini bizimle paylaşsınlar.
Tekrar etmek gerekirse, çocuklar boş bir tarladır, nasıl ekerseniz öyle mahsul alırsınız. Taşını, pisliğini temizlerseniz temiz bir tarla bulursunuz. Kimse sizin yerinize o tarlanın verimli olması için çaba sarfetmez. Tarlanızı boş bırakırsanız eğer o zaman kargalar eksik olmaz ve siz de mahsul hayırsız çıktı deme hakkına sahip olmazsınız.
Bu günün çocuklarında aslında hiç problem yok, farkında olanlar tüm kabahatin doğru insan yetiştiremeyen bir anne baba kitlesinde olduğunu rahatlıkla görebilir.
Çocuklarımız adına üzerinde durulması gereken daha çok husus var ancak küçük bir başlangıç adımı atma adına bu konudaki muzdaripliğimi elimden geldiğince aktaramaya çalıştım. Kafanızı şişirdiğim için üzgünüm ama anne ve babaların asıl mesaisi eve geldiklerinde başlar notunu da düşmeden edemeyeceğim.
Sağlıklı bir aile yapısına kavuşmamız, sokaktaki çocuklarımızı evlerinde görme dileğiyle saygılar, sevgiler.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.