Bimarhaneler,insanların maddi (bedensel) değil, manevi (gönül, akıl ve ruh) hastalıklarını karşıladıkları yerlerdir. Eskiden bimarhaneler hastanelerden ayrı hizmet verirken günümüzde birleştirilmiştir. Üstelik de insanlığın manevi hastalıkları gittikçe çoğalırken.Tıp literatürüne neredeyse her yıl yeni bir psikolojik rahatsızlığın adı ilave oluyor. Bunalımlar, ihtiraslar, bunamalar, ruhi boşluklar,tükenmişlik sedromları, akıl dengesi falan derken artık panik atak, depresyon, şizofreni, kişilik bozuklukları vs. her yanı kapladı. O kadar ki çocuk psikiyatrisi bile artık başlı başına bir bilim alanı. İnsanların bedenlerinden ziyade ruhları, gönülleri ve akılları hastalanıyor artık. Sağlıklı bir hayatın hem madde (somut) hem de mana (soyut) yönünden dengeli yaşam ile sağlanabildiği gerçeği unutulmuş durumda.İnsanlar, midelerinin beslenmesine ilişkin hastalıkları (obezite veya açlık) kabullendiler ama zihinlerinin, gönüllerinin veya ruhlarının da beslenmesi gerektiğini unuttular.
Her şeyin adı madde oldu, her şey madde ile ölçülmeye başlandı. Az şey ile yetinmek (kanaat), yerini çok şeye sahip olma tutkusuna (ihtiras ve açgözlülük) bıraktı. Zihinleri doygun olmayan, ruhları beslenmeyen hastalıklı bireylere döndürüldük. Toplumumuzda bir tek gönül hastalıkları eskisi gibi çok değil. Sebebi de gayet basit. ''Aşk diye bir şey kalmadı.'' Eski bimarhaneler şimdi otopark, alışveriş merkezi veya mağaza. Fuzuli'nin,''Kamu bimarına canan deva-yı derd eder ihsan / Niçün kılmaz bana derman, beni bimar sanmaz mı (Yüce Sevgili bütün aşk hastalarına dertlerinin devasını ihsan ediyor da bana bir derman vermiyor; acaba beni hastaları arasında, aşıklarından biri saymıyor mu?)'' dediği çağlar geride kaldı.
3. Murat, öleceği gecenin akşamında, Boğaziçi'nin güzelliğine bakarak sazende ve hanendelerinden bir şarkı geçmelerini ister. Azrail’den biraz mühlet, belki özlediği birinden bir vuslat talebi: ''Bimarım ey ecel bu gice bekle yanım al / Derdim ziyade olmadan ey yar canım al.'' Tarihler onun bu şarkıyı dinlediğinde mesane hastalığından ölüme yaklaşmakta olduğunu kaydederler; ama yalvarması hastalığından değil, bimarındandır.İşte söyledikleri: ''Ey ecel!.. Aşk hastalığıyla ölmek üzereyim. Bana bu gece müsaade ve hatta yardım eyle, yanımda yer al. Ve ey yar! Dertlerim ziyadeleşmeden sen de gel artık canımı al (beni ecel değil sen öldür; son nefesimde Azrail’i değil seni göreyim).'' Murat'ın buradaki temennisi bedenindeki bir hastalıktan değil, gönlündeki aşktan ölmüş olabilmektir. Kim ki aşkı ister, aşık olursa, er veya geç, elbette aşık olduğuna kavuşur. Çünkü aşk, insan için muharrik güçtür, onu harekete geçirip hedefine yönlendirir. Ta ezelde içine yerleştirilmiş bir cevherdir ve o cevher işletildiği ölçüde insan kimlik bulur, kemale erer, insan olur. En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur. Göz yaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır...
Lakin aşk yolu meşakkat ister, sıkıntılara katlanmak ister, zorluklara göğüs germek ister. Hem sıkıntı çekmeyeyim hem de sevgili ele girsin diyen kişi, ahmaklığını ibraz ediyor demektir.Üzerinde durmamız gereken konu, o yolun gereklerini ve kurallarını az mı yerine getiriyoruz, gerektiği kadar fedakar mıyız, gereğinden ziyade mi çabalıyoruz yoksa Aşk diye bir şey kalmadı mı ?
TALHA MIRIK
talha_mirik@hotmail.com
https://twitter.com/tlhmrk
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.