Ülkemizde parlemanter sistem hakkında bugün yazıcam değerli okurlarım parlemanter sistemi genel boyutuyla almayı çalışırsak bugün sizlere zararları hakkında bilgilendireceğim:
Türkiye Cumhuriyeti parlementer sistem üzerine kurulmuş bir devlettir. Her ne kadar bazı dönemler itibariyle farklı yönetim biçimlerini andıran uygulamalar olsa da, teorik olarak 1924 Anayasası'yla beraber parlementer sistem başlamıştır. Uygulamada da parlamenter sisteme geçiş ise 1946 seçimleriyle olmuştur. Bu tarihten günümüze kadar bir çok kez kesintiye uğrayan parlamenter sistem, askeri müdahalelerden kısa zaman sonra tekrar tesis edilmiştir. Parlamenter sistemde halk parlamentoyu oluşturan milletvekillerini seçer. Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen, teamül olarak en çok oyu alan parti başkanı, başbakan olur ve genelde milletvekilleri içinden seçtiği bakanlarla hükümeti kurar ve cumhurbaşkanının onayına sunar. Eğer salt çoğunlukla parlamentoya girilmemişse hükümetin güven oyu alamama ihtimali de ortaya çıkmaktadır ki, güvenoyu alınamazsa yeni hükümet arayışları için zaman harcanır. Parlamenter sistemde de her ne kadar kuvvetler ayrılığından bahsedilse de yasama ve yürütme iç içedir. Hükümetler aynı zamanda yasama organının da üyeleri olan milletvekilleri içinden seçilen bakanlarla oluşturulur. Bu durum yürütme organının başında olan başbakan ve bakanların aynı zamanda yasama içinde de rol almasını sağlar.
KOALİSYON KIRILGANLIĞI
Diğer yandan, Türkiye siyasi tarihinde de geçmiş dönemlerde sıkça görüldüğü gibi, bazen bir parti tek başına hükümeti oluşturacak kadar oy alamaz ve bu durumda koalisyon kurmak zorunlu olur. Koalisyonla kurulan hükümetler de genelde kısa süreli ve kırılgan bir yapıda olmaktadır. Bazen ufak problemler karşısında bile çözüme gidemeyen koalisyonlar bozulur ve yeni hükümet arayışları ortaya çıkar. Bu süreçler ülke istikrarına zarar veren süreçlerdir. Ayrıca parlamenter sistemlerde yönetimde iki başlılık da söz konusudur. Devletin başı olarak cumhurbaşkanı, hükümetin başı olarak da başbakan görev yapar. Bu durum, cumhurbaşkanı ile başbakanın uyumlu olmadığı durumlarda ülke yönetiminde iki başlılığa sebep olur. Türkiye'deki parlamenter sistemde devlet daha zor yönetilir, daha bürokratik ve daha fazla manipülasyona açık hale gelmiştir. Son 10 yıldır Türkiye istikrarlı bir yönetime kavuşmuştur. Bu istikrarlı yönetimde en büyük rol oynayan etken iktidarın tek parti tarafından yürütülüyor olmasıdır. Fakat her zaman iktidarda tek parti olacağının ve aynı performansın gösterilebileceğinin sistem açısından garantisi yoktur. Bu yüzden son 10 yıldaki kazanımları kaybetmemek ve daha güçlü hükümetlerle daha büyük başarılar elde etmek için kalıcı sistemsel değişikliklere ihtiyaç vardır. Bu değişikliklerin neler olabileceğini anlamak için öncelikle mevcut sistemin açmazlarının neler olduğunu görmemiz gerekmektedir.
1 Parlamenter sistemlerde yürütme, yasamanın içerisinden çıktığından ve yasamada da her zaman salt çoğunluğu tek bir partinin elde edememesinden dolayı koalisyonlar bir zorunluluk haline gelmektedir. Tek bir partinin hükümeti kuramadığı durumlarda, hem koalisyonun teşkili zaman almakta, hem oluşturulan koalisyonlar çok çabuk bozulabilmekte, hem de uyumlu bir şekilde çalışılamayıp verimsiz, iç çekişmelerle uğraşan, ülkeye hizmet götüremeyen, iktidar olsa da muktedir olamayan hükümetler ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde 1960-1970 arasında 4 koalisyon hükümeti, 1970-1980 arası 5 koalisyon hükümeti, ve 1990-2002 arası da 7 koalisyon hükümeti kurulmuştur ve bu tür koalisyon yönetimleri hem iç, hem dış politikada ülkeye bedeller ödetmiştir.
MANİPÜLASYON TEHLİKESİ
2 Parlamenter sistemlerde hem tek parti hükümetleri, hem de koalisyon hükümetleri manipülasyonlara açıktır. Farklı enstrümanlar kullanılarak milletvekilleri parti değiştirmeye teşvik edilmekte, bazen zorlanmakta, böylece hükümetler düşürülebilmekte, koalisyonlar bozulabilmektedir. Yine tarihimizde bu tür örnekler bulunmaktadır. Örneğin 12 Mart döneminin hukuki olarak sonunu getiren 1973 seçimlerinde hiçbir parti çoğunluk sağlayamamıştı. 1961'de olduğu gibi yine "koalisyonlar dönemi" başlamış, çok sayıda hükümet kurulmuş, uyumsuzluklar, güvensizlik oyları ve milletvekili transferleri birbirini izlemiştir. Türkiye'nin içinde bulunduğu bunalım, 1977'nin Aralık ayında 11 AP milletvekilinin partiden istifa etmesi ile yeni bir boyut kazanmıştı. Demirel'in başkanlığındaki II. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti düşürülmüş; CHP lideri Ecevit, 11 bağımsız milletvekili, DP (Demokrat Parti) ve CGP (Cumhuriyetçi Güven Partisi) milletvekillerinin desteğiyle yeni hükümeti kurmuştu. Fakat bu koalisyonların hiçbiri kendilerinden bekleneni verememiştir.
3 Cumhurbaşkanı seçimleri Türkiye'de başlı başına büyük bir sorun olmuş, hem yönetimde zafiyete, hem de iç ve dış politikada sorunlara yol açmıştır. 1980 darbesi öncesi bir taraftan terör durdurulamazken, diğer taraftan 1980'in ilk aylarında görev süresi dolan Fahri Korutürk'ün yerine 114 defa meclis cumhurbaşkanı seçebilmek için toplanmış fakat bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilememiştir. Sonunda 12 Eylül darbesi olmuş ve Kenen Evren Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuştur. Bu bağlamda daha yeni bir örnek ise şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül'ün seçilmesi sürecinde yaşanmıştır. Provoke edici sokak gösterilerinin yanında, Anayasa Mahkemesi'nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplantı yeter sayısının 367 olduğu yönündeki kararı ve yargının tarafsızlığının tartışılmaya başlanması neticesinde, neredeyse Türkiye'nin bir kaosa sürüklenmesi söz konusu olmuştur. Bu durum da, parlamenter sistemin ne kadar manipülasyona açık olduğunu bir kere daha göstermiştir. Bu son tecrübeden sonra artık cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde düzenleme yapılmıştır.
4 İç politikadaki cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasındaki sürtüşmeleri de unutmamak gerekir. Süleyman Demirel, Tansu Çiller'le, Turgut Özal, Mesut Yılmaz'la, Ahmet Necdet Sezer, Bülent Ecevit'le büyük tartışmalar yaşamıştır. Hatta Türkiye, bir gecede Sayın Sezer'in zamanın başbakanı Sayın Ecevit'e fırlattığı Anayasa kitapçığı nedeniyle 5 milyar dolar kaybetmiş, Türkiye ekonomik krize gömülmüştür.
5 Türkiye'deki parlamenter sistemde koalisyonların iyi çalışamaması, cumhurbaşkanları ile başbakanlar arasındaki sürtüşmeler yönetimde zaafa yol açmış, istikrarsızlığa, güç boşluğuna sebep olmuş, yönetimler manipülasyona açık hale gelmişlerdir. Bu durum ise darbe yapmak için bahane arayan cuntacı zihniyete kendini meşrulaştırabileceği uygun zemini ve bahaneleri sunmuştur.
6 Parlamenter sistemde yasama ve yürütme iç içe olduğundan, başbakan ve bakanlar aynı zamanda yasamanın da parçası olduğundan, yasama ve yürütmenin ayrı güçler olması ve kuvvetlerin birbirlerini dengelemeleri, denetlemeleri hem gerçekçi değildir hem de tam mümkün olamamaktadır. Çünkü bakanlar kurulunun başı olan başbakan, yasamada da en büyük partinin başındadır.
DIŞ POLİTİKADA DEZAVANTAJ
7 Parlamenter sistemin sebep olduğu sorunlar Türkiye'yi dış politikada da dezavantajlı duruma sokmuştur. Örneğin, SSCB dağılıp, Türk Cumhuriyetleri bağımsız olduğunda Özal bu durumun bir milletin önüne bin yılda bir çıkabilecek büyük bir fırsat olduğunu belirtmiştir. Fakat 1990'larda Türkiye'de uyumsuz, sık sık değişen koalisyon hükümetlerinin olması, dışişleri bakanlarının sık sık değişmesi, cumhurbaşkanı ile başbakanlar arası dış politikaya dair farklı algılar ve sürtüşmelerin olması, bu fırsatın yeterince değerlendirilememesine neden olmuştur. Karabağ işgaline karşı Özal'ın "Kars'ta yapılacak bir tatbikatta bir-iki bomba yanlışlıkla Ermenistan tarafına düşse bir şey olmaz" diyerek hedeflediği, Azerbaycan'ı daha aktif destekleyen, Ermenistan'ı caydırmaya yönelik söylem ve politikalarına karşın, zamanın başbakanı Sayın Demirel'in daha sessiz ve hatta Sayın Özal'ın yaklaşımını "maceracılık" olarak değerlendiren yaklaşımları başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki dış politikaya dair çift başlılığa ve uyumsuzluğa iyi bir örnek teşkil etmektedir. Yani dış politikada cumhurbaşkanının dış politikası, hükümetin dış politikası gibi tutarsız bir durum ortaya çıkabilmekte ve dış politikada etkinliğin kırılmasına neden olmaktadır.
8 Türkiye'deki mevcut parlamenter sistem, milletvekili adaylarını belirleme sürecinde parti başkanlarını oldukça fazla ön plana çıkarmaktadır. Aday belirleme sürecinde parti başkanları belirleyici olduğundan, milletvekilleri sonraki dönemler için vekilliklerini devam ettirebilmek adına parti yönetimlerine karşı, ihtiyaç olduğu durumlarda dahi görüşlerini, eleştirilerini açıklıkla, rahat bir şekilde ortaya koyamamakta, zaman zaman inanmadıkları kararları da hem savunmak hem de uygulamak zorunda kalmaktadırlar. Bu durum ise, parti liderlerini, partileri içinde sorgulanamaz, yeri doldurulamaz, tek adam konumuna getirmektedir. Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde, bazı sağ partilerin milletvekilleri çok istemelerine rağmen Meclis Genel Kurul Salonuna, parti yönetimleri izin vermediği için girememiş, 367 sayısı sağlanamadığı için cumhurbaşkanlığı seçimi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Allah emanat olun…
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.