Çok değil… Bundan on beş yıl önceyi düşünün. (Çok mu oldu acaba?) O yıllarda insanlar uyum içinde yaşayıp gidiyorlardı. Tek dertleri evini ve ülkeyi nasıl geçindirme telaşı içindelerdi. Akraba ilişkileri sıkı, dedikodunun uzağında bir yaşam sürmektelerdi. . O zaman insanlar daha neşeliydi. Belki bazı şeyleri sorgulama peşinde olmadıkları için.
O yıllarda insanların teknolojiye verecek maddiyatı yoktu. Arabaları, televizyonları, cep telefonları, müzik setleri yoktu, ama mutluydular. Çünkü bunlara sahip olmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Ne zamanki insanların eksikleri bitmemeye başladıysa, huzursuzlukları da bitmemeye başladı. Niye şuyum yok, buyum yok derdine düştüler. Önceden de yoktu bunlar; ama olmadıklarını biliyorlardı. Şimdi sahip olmadıklarını biliyorlar ve bu da insana sahip olma gereksinim duygusunu yaratıyor. Daima eksiklerini tamamlamak için uğraşıyorlar.
Yıllar geçti milenyum zamanına girdik. 21. Yüzyılın vazgeçilmezi bilgisayarlar hayatımıza girdi. Aslında başlangıçta herkesin bunu kullanması zor görünüyordu. “Yanlış bir şey yapsam bozar mıyım acaba?” düşüncesiyle korkarak yaklaşılıyordu. İlk çığlık, cep telefonu pazarının düşmesiyle oldu. Herkeste bir telefonun olması, insanlardaki iletişim kalitesini düşürdü. Eskiden bir arada yapılan o sıcak muhabbetlerin yerini artık yalnız gecelerde gözlerimiz kapalı, ruhsuz bir halde konuşmaya başlar olduk Ama yıllar geçtikçe insanlar bunun tabir yerindeyse, kölesi olmaya başladı.
Kapitalizmin besbelli kurallarından biri budur; aynı marka ürün piyasaya sürülür, ancak içinde insanı tatmin etmeyen eksik şeyler yüklenmiştir. Bir yıl sonra o istenilen şey cihaza yüklenmiştir ama fiyat iki katına yükselmiştir. Buda kapitalist toplumun sloganı haline gelmiştir. “Bana itaat edin, benim için çalışın.” İnsanlar maaşının yetmediği marka telefonları kullanıp, borç içinde yüzüyorlar. Bu böyle olunca insanlarda bir kamplaşma, bir kutuplaşma döngüsü oluşuyor.
Artık herkesin evine teknoloji rüzgârları esiyor. İnsanlar eskisi gibi her gördüğüne inanmıyor. Teknoloji devri artı bilim devrini oluşturuyor. İnsanlar eskiden bilgiyi kitaplar da ya da ansiklopediler de arardı. Şimdi bunu sosyal ağlarda paylaşır oldu. Artık bilgi bize bir tık önde. Ama bunun dezavantajlarından biri insanlar tembelliğe alıştırması oldu. Yazarların yıllardır üstünde çalıştığı kitapları kopyala yapıştır sistemiyle, e-kitaplara basılır oldu. Bu da elektronik kutu önünde saatler geçirmek anlamına geldi. Saatlerce bilgisayar ekranına bakınca beyindeki uyuşmalar bir yana vücut hareketsiz kalınca, vücuttaki ağrılar artmaya başladı.
Teknolojiyle gelen yeniliklerinden birisi de uzaktaki insanları yakınımıza getirmesiydi. Bu yenilik gelişince insanlar sanal âlem ilişkiler kurmaya başladı. Bilgi alışverişi kurulmaya başlandı. Eskiden insanların birbiri tanıma ya tesadüf ya da çaba sonucu oluşurdu. Şimdi ise sahte profillerle, yalan sözlerle, insanlar birbirlerini kandırmaya başladı. Eskiden olduğu gibi sevgili özlemi çekmiyor kimse. Artık mektup gibi gözyaşını mürekkebin üzerine akıttığı o kâğıtların yerini e-mailler, mesajlar almış durumda. İnsanoğlu bize ne kadar kolaylık sağlasa da, insanlar hala bu hayatı daha nasıl zorlaştırabiliriz, nasıl çekilmez bir hale getirip mutsuzluğa neden oluruz diye, durmadan, yorulmadan uğraşıyorlar, sürekli bunun için başkalarının kuyusunu kazmaya çalışıyor.
Bakın teknoloji o kadar ilerledi ki Japonya’da çocuklar sokağa çıkmamaya başlamış (bizim ülkemizde böyle). Uzmanlar bununda çaresinde bakmışlar. Bilgisayara takılan bir chip sayesinde çocuk sokakta ne kadar oynarsa bilgisayar başında o kadar vakit harcıyormuş.
İnsanlar gelenekçi ve yenilikçi kimliğinde dengeyi bulmak zorundalar. Bu denge şaştığı zaman yeni nesil gençliğin yaptığı batılılaşma kültürünü kendilerine alıp, kendi medeniyetini unutup, gerilerinde bıraktığı o coşkulu kültürü unuttular.
Müthiş bir anlatım gücüne sahip olan Türkçemizin kullanılmak sanki insanlara tuhaf gelmekte… İnsanlar bunu internet dili sayesinde istekleri gibi şekle sokmaya başladılar. Bazen bizim halk türkülerimiz öyle şeyler söyler ki, içine kapıldığımız popüler kültürün söylediği hiçbir şey bu şekilde açıklayamaz.
“Yardan ayrı kaldım geçmez günlerim / Dakikam içinde yıl gizli gizli.” derken Âşık Mahsuni Şerif, bir sevgiliye duyulan hüznü hangi pop şarkılarında bulabiliyoruz? Hangimiz bu zengin kültürden yararlanıyoruz? Üç yüz dört yüz kelimelik bir uydurma dilin içinde yuvarlanıp duruyorlar.
Acı ama gerçek bir zamanda yaşıyoruz. Teknolojinin getirdiği yenilikler, bizden aldıklarından daha az. İnsanlar edebiyattan, sanattan uzak kaldıkça yüzlerindeki sahte mutluluklar artmaya devam edecek. Bu da teknolojinin paradoksuyla açıklanabilir. Ki paradoks; açıklanamayan, karmaşık durum anlamında gelmektedir.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.