Amerika’nın adeta kepenk kapatmasını ve sonradan açılması meselesini biliyoruz. Bu krizin çıkma sebebi ise Cumhuriyetçilerin sağlık yardımlarını tabana yaymama hırsından kaynaklandığını da biliyoruz. Temel tezleri şu: “Zenginler, kazandıkları parayla fakirlere bakmak zorunda değil. Bu bir anlamda servet düşmanlığıdır.” Demek ki çok zengin olmak ekonomik krizi engellemiyormuş.
Resul-i Ekrem (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Altına tapanlar melundur, gümüşe tapanlar melundur.” Altına tapmak, mal kazanmak değildir. Mala tapmak; hayatı mal penceresinden görmek, malı hayatın kaynağı görmek, malı kazanırken hudutlara riayet etmemek ve kazandığı malın zekâtını vermemek demektir. Altına yani paraya tapan toplumlarda egemenliğin kaynağı para olarak görülür. Nitekim Fir’avun şöyle demişti:
“Fir’avun, kavminin içinde bağırıp şöyle dedi: “Ey kavmim!.. Mısır Krallığı ve benim altımdan akan şu nehirler benim değil mi? Artık gözünüzü açsanıza.” (Zuhruf Suresi: 51)
Malın tek değer olduğu toplumlarda sadece fakirler değil herkes zarar görür. Bu durumu Resulullah (sav) şöyle resmetmiştir: “Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan fazla değildir.” (Tirmizi) Kurt, bir sürüye dadanınca sadece yiyeceğe koyunları öldürmez. Sürünün hepsini öldürür. Bir de iki kurt olunca seyredin acıklı manzarayı. Mala tapmak, insandaki bütün insani hassasiyetleri yok eder ve onu adeta kurda döndürür. Bu kimseler bütün toplumu tehdit eden bir kurda dönüşür. İşte tam o zaman “Kurtlar Vadisi” başlar. Hadis-i şerifte “sürü” kelimesinin zikredilmesi kayda değer bir diğer ayrıntıdır. Mal hırsının zararı kişinin kendisinde durmaz bütün toplumu yok edecek bir noktaya gelir. Sadece mafya düzeninden bahsetmiyorum.
Mal hırsının ekonomik düzen oluşturduğu toplumlarda “altta kalanın canı çıksın” deyişini hatırlatan bir ekonomik model ortaya çıkar. Faiz bunun en tipik örneklerindendir. Faiz, sadece bir grup insanın bir başka grup insanın malını çalması değildir. O, bütün toplumu soyan uyduruk bir kazançtır. Bakmayın siz, “faiz, sermayenin kirasıdır” diye uydurma tezler yayan üniversitelere ve ekonomistlere. Bu toplumlarda üniversiteler, soygunun felsefesini üreten ve “Kurtlar Vadisi” düzenine ilmi kılıflar geçiren eşkıya kışlalarıdır. Onları “şeytanın” sözcüleridir. Okuyalım ayet-i kerimeyi:
“Faiz yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara “alışveriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidir ve orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara Suresi: 275)
Faiz Düzeni garanti para kazanma düzeni olarak görülür. Ama durum öyle midir? Sadece faizdeki bereketin kaldırılmasından bahsetmiyorum bizzat faizin “garanti” para kazanma yolu olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Şöyle Gezi Olaylarına bir bakalım. Bildiğimiz gibi Gezi Olaylarına destek veren kesimlerden birisi de faiz otundan beslenen koyun ve koç kılığına girmiş kurtlardı. Bu kimseler iş üzerinde yakalanınca servetlerinin gitme tehlikesini görmüşler ve kamuoyu oluşturmak için Zaman’ın Taraf’larına sığınmışlardı. Tüm toplumu soyduklarından korkuyorlardı. İşte bu noktada Kur’an-ı Kerim’de zikredilen “bahçe sahiplerinin” kıssasını okumaya ne dersiniz? Okuyalım:
“Biz onlara da bela verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. İstisna da etmiyorlardı (İnşaallah demiyorlardı). Fakat uyurlarken dolaşıcı bir bela onu sardı da, bahçe simsiyah kesildi. Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler: “Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin” diye. “Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın” diyorlardı. (Zanlarınca yoksulları) engellemeye güçleri yeterek erkenden gittiler. Fakat bahçeyi gördüklerinde “Biz herhalde yanlış gelmişiz” dediler. “Yok, biz mahrum edilmişiz” dediler. İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: “Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?” “Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz” dediler. Ardından suçu birbirlerine yüklemeye başladılar. “Yazıklar olsun bize, biz azgınlarmışız. Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız. İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. Fakat bilselerdi.” (Kalem Suresi: 17-33)
Ayet, Allah’ın hudutlarına uymayan ve yoksulların haklarına saygı göstermeyen toplumların ekonomik krize müptela olacağına işaret etmektedir. Amerikan Toplumu da bu mantıkla “bahçe”sini kaybedecektir. Kısaca gelelim Türkiye’ye.
Gelirlerin çoğu faaliyet dışı gelirlerden oluşan KOÇ Topluluğu, Suriyeli Mültecilere yardım edip etmeme konusunda; “Mülteciler meselesinde bize bir talep gelmedi” açıklamasında bulunmuştu. Ama Gezi’de ortalığı yakıp yıkanlara “insani hassasiyet”, hükümetten talep gelmeden “otel kapıları” açılmıştı. Ne yazık ki, Türkiye, mülteciler konusunda yeterince hassas değil. Hâlbuki Türkiye’ye muhteşem bir insani sermaye gelmişti. Onların Türkiye’de sosyal hayat kurabilmeleri için devletin faaliyetleri son derece yetersiz. Halk ta büyük oranda umarsız. Onlar bizim kardeşlerimiz. Türkiye ekonomik ve sosyal krizlerden etkilenmemek dahası zenginleşmek istiyorsa bu kimselere yardım etmelidir. Bu yardım devleti de yapısal olarak değiştirecek ve artık kuzu postuna bürünmüş kurtlar bizi ezemeyecektir. Krizden kurtulmanın başka yolu yok!.. ABD’den ders ve ibret almamız lazım.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.