İnsanların tercih etme kabiliyetine sahip olan bir varlık olduğunu biliyoruz. Tercih hakkını İslam’dan yana kullanabileceği gibi başka din veya ideolojileri de tercih edebilir. İslam’ı tercih eden insanlar İslam’ın hükümlerinin hayatın ta kendisi olduğunu bilirler. Nitekim bir ayet-i kerime’de şöyle buyrulmuştur:
“Ey iman edenler!.. Peygamber sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah’a ve Resul’e icabet edin. Ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal Suresi: 24)
Ayet-i kerime’de Hz. Muhammed (sav)’e uymanın Allah’a itaat etmek olduğu beyan edilirken aynı zamanda Hz. Muhammed (sav)’e itaat etmenin hayat sebebi olduğu beyan edilmiştir. Esasen bu keyfiyet bütün peygamberler için geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin gönderiliş gayesi açıklanırken şöyle buyrulmuştur:
“Her ümmete: “Allah’a ibadet edin tağuta kulluk etmekten kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.” (Nahl Suresi: 36) Ayet-i kerime’de zikredilen tağut kelimesi, Allah’ın hükümlerine rağmen hüküm koyan her gücü ifade eder. Dolaysıyla bütün peygamberler insanlara siyasi hükümleri de öğretmek için gelmiştir. Bu noktada Muhafazakâr Demokratların; “İslam’ın devlet talebi yoktur. Çünkü Kur’an ve Sünnet herhangi bir siyasi rejim modeli getirmemiştir” demelerinin bir anlamı yoktur. Zira tek başına peygamberlerin gönderiliş gayesi bütün bu demagojileri silip süpürmektedir. Peygamberler, insanların siyasi tercihlerinin de İslam’dan yana olmasına çalışmışlardır. Esasen Fir’avunlarla Peygamberler arasındaki mücadelenin amacı da buydu.
Hz. Muhammed (sav), Mekke’de insanların Allah’ın indirdiği hükümlere uyması için mücadele etmiştir. Zorbalar ise insanları kendi meclislerinde çıkartmış oldukları kanunlarla yönetmeye çalışmışlardır. Hicret sonrasında kurulan Medine Devleti’nde İslam Fıkhı’nın hükümleri uygulanmıştır. Ticaret, miras hukuku, borçlar, devletler hukuku, ceza hükümleri, savaş ve savaş hukuku, zekât gibi hükümler hem siyasi olarak hem de sosyal olarak toplum üzerinde egemen olmuştur. Kur’an ve Sünnetin içeriğine bakılırsa insan-insan ve insan-toplum ilişkileriyle ilgili binlerce hükme ulaşmak mümkündür. Hatta Kur’an-ı Kerim “kısas” cezasını hayat olarak nitelendirmiştir.
İslam’ın hükümlerini kabul edersiniz veya etmezsiniz. Bu sizin tercihinizdir. Ama İslam’ın siyasi hükümleri yoktur demeniz büyük bir zulümdür. Müslümanım diyen hiç kimse bu zulme ortak olamaz. İslam sadece vicdani veya kamu alanında görülen birkaç simgeden ibaret değildir. O aynı zamanda bir siyasettir. Bu sebeple Osmanlı alimlerinden İbn-i Abidin (rh.a) şöyle demiştir: “Siyaset; halkı dünyada ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salah ve menfaatleri için çalışmaktır. Siyaset ağır bir şeriat olup iki nevidir. Siyaset-i zalime; halkın haklarına zıt olan siyasettir ki, şeriat bunu haram kılmıştır. Siyaset-i Adile; halkın haklarını zalimlerin elinden kurtaran, zulüm ve fenalıkları defeden, fitne ve fesad ehlini meneden siyasettir ki şeriattan sayılır.”
Bu çerçevede Suriye meselesini değerlendirdiğimiz zaman Suriye’deki müslümanların, İslam’dan başkasına razı olmasını bekleyemeyiz. Zaten Suriye’deki mücadelenin ana keyfiyeti de budur. Suriyeli Muhaliflerin temel arzusu İslam’ın egemen olacağı bir siyasi rejimdir. İran ve Hizbullah Terör Örgütü de aksi için mücadele etmektedir. Bütün müslümanların popüler kavramları bir kenara bırakarak İslam’ın egemen olması için elinden geleni yapması icap etmektedir. “Bizim amacımız Suriye’deki bütün tarafların söz sahibi olacağı demokratik bir düzeni kurmaktır” diyen parlak sözlüler iyi niyetli olabilirler ama hayat İslam’dadır.
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.