ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Ne Mutlu (…) Diyene

Yavuz Duru

12 Eylül 2013 Perşembe 06:21
  • A
  • A

Tarih boyunca hakikate savaş açmış kimselerin hemen hemen ortak özelliği “Atalar Dini”ne tabii olmak ve “Slogan Kültürü”ne teslim olmaktır. Hâlbuki ne “atalar dini”nin ne de slogan kültürünün hakikat namına bir değeri yoktur. İmam Maturidi (rh.a) bu konuda şöyle demektedir:

“İnsanların değişik din ve mezheplere ayrıldığı ve sadece kendilerini hak, diğerlerini batıl gördükleri bilinmektedir. Kanaatlerinin kaynağını da atalarını taklit olduğu da malumdur. Dolaysıyla hakikate ulaşmak için taklidin bir değeri olmadığı ortadır. (Zira hepsi hak olamaz.)

İnsanlar arasında son sözü söyleme hakkı çoğunlukta değil sadece akli delile sahip kimselerdedir. Bu sebeple hakikati bulma noktasında peygamber kim ise o hak yoldadır. Herkes peygambere tabii olarak hakikati bulmak zorundadır. Doğruluğu kanıtlanmış ve sağlam kanıtlara dayanan deliller sadece peygamberler de mevcuttur. Batıl ehlinin tutarlı deliller getirmesi mümkün değildir. Delil ile hareket eden kimse, batıl ehlinin (ve ideolojilerin) yaldızlanmış sözlerden başka bir şey olmadığını yakinen görür.”

Atalar adına sistemleştirilen ideolojiler, yaldızlı sözlerden başka bir şey değildir. Hakikat ölmüş bir insan veya insanlar topluluğunun söyledikleri şeklindeki telakki, boş bir gevezeliktir. Zaten atalar dinine tabii olan kimselerin böyle bir iddiası da yoktur. Onlar genelde belli bir toprak parçasında “birlik ve beraberliği sağlamak” iddiasındadırlar. Kur’an-ı Kerim’de atalar dininin “batıllığı” şöyle ifade edilmektedir:

“Onlara; “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman; “Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar. O kâfirlerin hali, sadece bir çağırma ve bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın haline benzer; onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.” (Bakara Suresi: 170-171)

Ayet-i kerime’de atalarının izinden ayrılmayan kâfirlerin, slogandan ve anlamsız ritüellerden ibaret bir din/yaşam tarzına sahip oldukları özellikle vurgulanmıştır. Bunların en önemli vasıflarından birisi de insanın doğuştan gelen yaratılış özelliklerine kutsal bir anlam yükleyerek ırkçılık yapmalarıdır. Hâlbuki hiçbir insan dünyaya gelmeden önce ırkını seçmemiştir. Dolaysıyla “ne mutlu bilmem şu ırkındayım” şeklindeki sözler safsatadan ibarettir. Bu sloganların “ırk değil kültürü” simgelediğinin de bir anlamı yoktur. Zira atalar dinine tapan putperestlerin kültürleri de batıla dayanan sloganlardan ibarettir.

İmam Maturidi (rh.a) hakikate ulaşmak için bir takım vasıtalara ihtiyacımız olduğundan bahsederek şunları kaydetmektedir: “Hakikate ulaşmak için haber/nakil ve akla ihtiyacımız vardır. İnsanlar, bu iki araçla hayatlarına belli bir istikamet tayin edecek dini seçerler.

Haber, insanın bir yolu anlaması ve yayması için ilk basamaktır. Eşyanın varlığından şüphe eden sofistler bile bu hususta ittifak etmişlerdir. Siyaset, devlet ve hükümet işleri de işitme esası üzerine idare edilir. Peygamberler, tebliğlerini duyurma/işitme esasına dayandırmışlardır.

Aklın hakikati bulma da ilk basamak olmasındaki hikmete gelince onu şöyle izah edebiliriz: Akıl, zaruri olarak âlemin boşuna yaratılmadığını bir gün yok olması için yaratılmış olsa bunun hikmetsiz bir iş olacağını bilir. Dolaysıyla âlem ve âlemin bir parçası olan insanın sebepsiz olarak yaratılması abes ve ihtimal dışıdır. Nitekim Allahü Teâlâ (cc) şöyle buyurmaktadır: ”Sizi ancak boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannedersiniz?” (Mü’minun Suresi: 115)

Akıl ve işitme duyusu amaç değil hakikate ulaşmada araçtır. Din, hayata istikamet veren zıtlıkları düzenleyen bir yapıya haizdir. Bilindiği gibi âlemde olduğu gibi insanda da birçok zıtlıklar bir arada bulunur. Bu sebeple filozoflar insanı tarif ederken “küçük âlem” nitelendirmesinde bulunmuşlardır.

İnsan da çeşitli tabiatlar, muhtelif heva ve hevesler mevcuttur. Eğer insanlar kendi halleri ile bırakılsa idi, insanda bulunan egemenlik ihtirasından dolayı birbirleri ile çarpışır ve birbirlerini öldürürlerdi. Bu duruma işaret eden Allahü Teâlâ (cc) şöyle buyurmak-tadır: “Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile defetmese idi yeryüzü fesat ve küfür karanlığına bürünürdü.” (Bakara Suresi. 251) Allah (cc) yeryüzündeki insanları kendi halinde bırakıp din göndermese idi, insanlar yok olur ve âlemin var olma hikmeti yok olurdu.

İnsanların ve hayvanların yaşayabilmeleri için besine ihtiyaç duydukları da bilinen bir gerçektir. Allah (cc) insan ve hayvanların yaşayabilmeleri için dünya üzerinde birçok nimetler yaratmıştır. İşte bu husus insan için aslolanın yaşamak ve hayatını belli bir düzen içerisinde yaşamak olduğunu açığa vurmaktadır. Medeni bir hayatın inşası, siyasi bir düzenin tertibi, hukukun hâkim olması için temel bir esas lazımdır. İnsanların bu temel esası araştırıp anlamaları yaratılış hikmeti açısından zaruridir. Hiç şüphesiz insanların hayatlarına düzen getirecek temel ise dindir. Dini ise Alim ve Hakim Allahü Teala (cc)’dan almamız zaruridir.

Âlemde zıtların egemen birlikte olduğunu söylemiştik. Bu zıtlar içerisinde insana yaşama imkânı veren, insana yaşama kuvveti bahşeden Allah’tır. İnsanlar yaşamak için sürekli muhtaç durumdadırlar. Sadece yaşama noktasında değil başka birçok konuda insanlar zaaflarla maluldür. Cehalet, heva ve hevese tabii olma halleri insanın göze batan en büyük zaaflarıdır. Bu sebeple Allah (cc), insanların yaşamaları ve hayatlarını idame ettirebilmeleri için kendilerine yol gösterecek ve bilmediklerini öğretecek birisini göndermiştir. Gönderilen kişi/ peygamberin hak olduğunu anlamamız için kendisine bir takım deliller/mucizeler vs. verilmiştir- ki onun önder olduğunu kavrayalım. Öyle ise insanlar arasında son sözü söyleyecek şahıs, yani hakka ulaşan kimse Peygamberlerdir. Onun sözleri dışındaki sözler delilsiz ve taklide dayanmaktadır. Peygamberler, Allahü Teâlâ (cc)’nın insanlar için başvurulacak itimatlı yeridir.”

Atalar Dini’ne tabii olan kimseler vahşi insanlardır. Medeni değillerdir. Zira üstünlük ölçüsünü kendi tercih etmedikleri ırka bağlamışlardır. Üstünlük Allah’a kul olmaktadır. Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar!.. Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavim ve aşiretlere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat Suresi: 13)

Atalarına tapan insanlar yaygaracıdır. Çapulcudur. Tek sermayeleri slogan ve şiddettir. İşte müslümanlar bu kâfirler karşısında aşağılık kompleksine düşmeden mücadele etmelidir. Dünya bunlara bırakılmamalıdır. Rabbimiz hepimize şöyle buyurmuştur:

“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir.” (Al-i İmran Suresi: 139)

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.