Güzel bir bahar ayının son günleriydi. Ard arda açıklanan ekonomik veriler, IMF'ye olan yarım asırlık borç defterinin kapatılması, dünyanın en büyük ve kapsamlı hava limanı ihalesi ve İstanbul'a üçüncü köprü inşasının temeli atıldı Mayıs ayında.
Ülkemizde tüm bunlar yaşanırken 2013 yılının ilk çeyreğinin büyüme rakamları bütün dünyanın gözünü bir anda Türkiye'ye çevirdi. Tarihinin en büyük virajını dönmeye hazırlanan, büyük bir sıçrama ile gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri geride bırakan Türkiye, bir anda yabancı ülkelerin gündemine oturdu.
Bu kadar güzel gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, ülkenin bu kadar büyük adımlar atması bazı kişi ve kurumları bir hayli rahatsız etti. Hiç beklenmedik bir anda Taksim'de, adını bile çoğumuzun ilk defa duyduğu bir parkta gerçekleşen eylemler, sosyal medyada haberlere konu başlığı olmaya başladı. İlk bir hafta boyunca "çevre duyarlılığı olan" 100 kadar genç arkadaşımız tarafından kararlılıkla sürdürülen bu eylem, sona doğru ilginç bir hale bürünmeye başladı. Chp genel başkanı Kemal Kılıçtaroğlu'nun parka yaptığı destek ziyareti ve orada verdiği siyasi mesajlar sonrasında, aynı günün akşamı polisin "parkı boşaltın" uyarılarına rağmen direnme kararı alan gençler, bu durumu fırsat bilen yasa dışı sol örgütlerin ekmeğine de yağ sürmüş oldular. En başta "ağaçlara sahip çıkma" olarak başlayan eylemler, yasa dışı sol örgütlerin de işin içerisine karışması ile bir anda "Halk ayaklanmasına" dönüştürülüverdi. Artık kimsenin elinde "ağaçlarıma dokunma" pankartı yoktu. Artık hep bir ağızdan söylenen tek bir slogan vardı; "Seni asacağız Tayyip.."
Derken sözde sanatçılardan biri "Mesele Gezi Parkı değil, sen hala anlamadın mı? Hadi gel.." diyerek meselenin bir darbe meselesi olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu ayaklanma meşru bir hükümeti devirme, başbakanı itibarsızlaştırarak halkın ve dünyanın gözünde küçük düşürme planıydı. Siyaset üretmekten aciz olan güruh, artık sandıktan da ümidini kesmiş, terör militanlarının, yasa dışı örgütlerin ve sol görüşlü sözde sanatçıların ardına sığınarak millete sırtını dönme kararı almıştı. CHP, sol seçmeni tekelinde bulundurmanın verdiği cesaretle "kaybedecek neyimiz var" düşüncesiyle bu ahlaksız oyunda baş rolü üstlendi. CHP milletvekillerinin halkı kin ve öfkeye teşvik eden, daha öncesinde çalışılmış provakatif söylemleri ve beyanatları, olayların daha da büyümesine, eylemlerin diğer illere de sıçramasına neden oldu. Kılıçtaroğlu'nun "çiçek çocuklar" diye lanse ettiği vandallar, tam 14 gün boyuca İstanbul ve Ankara'da adeta terör estirip, araçları kundaklayıp, iş yerlerini ve binaları ateşe verdiler. Bu da yetmezmiş gibi gözü dönmüş göstericiler Adana'da genç bir polis memurunu şehit ettiler. İki haftada ulaşılan maddi zarar 20 milyona ulaştı.
Erdoğan'ın karizmasını çizmek isteyen ülkeler ardı ardına açıklamalar yaparak, itibarsızlaştırma kampanyasında üzerlerine düşen görevleri bir bir yerine getirmeye başladılar. Önce Avrupa Parlementosu, akabinde ise AB ülkeleri Türkiye'ye demokrasi dersi vermeye kalkışıp, Erdoğan'ı halkına zulmetmekle suçluyorlardı. Yanı başımızda halkını katleden Diktatör Esed'i görmezden gelenler, başbakanı "Diktatör"lükle nitelemekten de geri durmadılar. Plan harfiyen işletiliyordu. İsrail yetkilileri bile ülkedeki karışıklıktan duydukları memnuniyeti saklayamıyordu. Suriye'de yaşanan iç savaşı yarım saat bile göstermeyen CNN ve BBC, Taksim meydanından 8 saat kesintisiz canlı yayın yaparak, ülke de kaos havası estirmeye çalışıyordu. Türkiye düşmanları psikolojik taarruza geçmişti.
Bütün bu yaşanan olayların elbette bir finansörü ve sponsoru da olmalıydı. Sponsor belliydi, Aydın Doğan medya ayağını devralmış, adeta hükümete savaş ilan etmişti. Ancak finansör herkesi olduğu kadar beni de şaşırttı. Türkiye'nin en köklü ailelerinden ve ülkenin en büyük finans patronu Koç, Gezi eylemlerinde baş gösterdi.
Taksim Dayanışma Platformunun tansiyonun düşürülmesi adına Bülent Arınç ile görüşmesinin sonrasında açıkladığı on maddelik uzlaşma önerisi ise bir anda kafalarda soru işareti bıraktı. Platform, Topçu Kışlasının, 3.Köprünün ve hava limanının derhal durdurulmasını talep ettiklerini beyan ediyorlardı. Bu bir uzlaşma önerisi değil, hükümete dayatmaydı. Bir anda niyetler deşifre oluverdi. Zira Almanya'nın hava limanı projesine şiddetle karşı çıktığı tüm kamuoyu tarafından biliniyordu. Bu açıklamalardan sonra platform üyeleri, eylemlerde dış ülkelerin de parmağı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmış oldu. Ayrıca gösteriler sırasında göz altına alınan yabancı uyruklu ajanlar da bu durumu biraz daha aydınlatıyordu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Tunus ziyaretinden döndüğü gece yarısı, on binlerce kişinin hava limanında karşılama yapması ise oynanan oyunu bir anda tersine çevirdi. Hep bir ağızdan "Dik dur eğilme, bu millet seninle" sloganları yeri göğü inletti. Ak Partiye oy veren \%50'nin kolay bir lokma olmadığını o gece herkes bir defa daha anlamış oldu. Ardından gelen "demokrasiye saygı" mitingleri ise, uzun süredir sönmüş olan Anadolu ateşini tekrar alevlendirdi. Yurt dışında binlerce insan Türkiye'ye ve Erdoğan'a destek mitingleri düzenledi. Halk, iradesine sahip çıkmak için meydanları hınca hınç doldurdu ve darbecilere en anlamlı mesajı gönderdi; "Menderes'e, Özal'a yaptıklarınızı unutmadık, Tayyip Erdoğan'ı size asla yedirmeyeceğiz.."
Oyun bozuldu, planlar tutmadı, hesaplar tersine döndü. Millet, ilk günden itibaren itidalli davranmaya özen göstererek, başbakanına, partisine, iradesine ve ülkesine sahip çıktı. Bundan sonra da daha bir azimle sahip çıkmaya, başbakanının arkasında daha dik ve sağlam durmaya devam edecektir. Demokrasiye kast eden, halktan ümidini kesen ve millete ihanet edenler, sandıkta bir bir hesap verecektir..
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.