Yüzyıllardır ateistlerle Allah’a inananlar birbiriyle münakaşa ederler. “Allah var mıdır, yok mudur?” diye.
Bunu ortaya koymak için; her iki tarafın da delillerle konuşması, davasını isbat etmeye çalışması, karşı tarafın da ortaya koyduğu delilleri çürütmesi gerekmez mi? Bu tür tartışmalarda maalesef mantık dışı durumlar da devreye girebiliyor. Bu yüzden tartışmalar neticelenmeden bitiyor. Daha sonra yine neticelenmeyecek başka tartışmalar başlıyor.
Münazara ilminde tahakküm ve mükabere denilen iki terim vardır. Tahakküm; delilsiz bir davayı baskıyla kabul ettirmeye çalışmaktır. Mükabere ise; delille isbat edilmiş bir şeyi demagojiyle reddetmektir. Bu iki durum da münazara ilmi âlimlerince münazaranın usulüne uymayan ve dikkate alınmayacak iki durum olarak kabul edilmiştir.
Şahsen ben, ateistlerin tartışmalarda hem tahakküm, hem de mükabere yolunu tercih ettiklerini düşünüyorum. Şöyle ki: Allah’ın varlığını ispat için biz “Bir harf kâtipsiz, bir ev ustasız, bir köy muhtarsız olmaz” dediğimiz zaman, ateistlerin kızdıklarını görürüz. “Bu ne biçim delil?”, “Bu çok basit!” gibi sözlerle, bizim söylediğimiz sözün delil olamayacağını, bununla onları ikna edemediğimizi ve edemeyeceğimizi iddia ederler. “Bir harf kâtipsiz, bir ev ustasız, bir köy muhtarsız olmaz” cümlesi gerçekten basittir. Fakat mantıklıdır. Tartışmada delilin basit olması veya fevkalade acayip olması önemli değildir. Mantıklı olması önemlidir.
Ateist olanların bu delili “basittir” diyerek reddetmesi yanlıştır. Yapmaları gereken bu sözü delil ve ispatla çürütmektir. Eğer bu sözü çürütemezlerse kendi davalarının bu kadar basit bir delille yıkıldığını, yıkılacağını kabul etmek zorundadırlar.
Aslında onları kızdıran, rahatsız eden de budur.
Onların bu hali mükabereye, yani delile delille değil, baskıyla demagojiyle karşılık vermeye örnek gösterilebilir.
Keza ateistler, tahakküm yolunu da ustalıkla kullanmışlardır. Şöyle ki: Ateizm akla, mantığa, ispata değil, bir kabule istinad eder. Örneğin evrimciler “Dünyada ilk defa hayat nasıl oluştu?” sorusuna “tesadüfen” derler. “Bir tek hücreden diğer varlıklar mutasyon yoluyla evrimleşerek nasıl oluştu?” bu da “tesadüfen”.
Peki, bu tesadüflerin bir ispatı var mı? Tabii ki yok. Tesadüf, adı üstünde, tesadüfün kuralı, kaidesi, ispatı olmaz.
Burada tesadüfün, olasılık (ihtimal) hesapları açısından durumunu ele alalım: Elimizde 1’den 10’a kadar rakamlanmış pullar olsun. Bu pulları bir torbaya koyup, rastgele çektiğimizde 1 rakamının gelme ihtimali 10’da birdir. Fakat pulların birden ona kadar sırayla çıkma ihtimali ise 10 milyarda bir ihtimaldir.
(10.000.000.000). Üstelik bu bir ihtimaldir. Yani 10 milyar defa pulları çekme işini tekrarladığımız zaman 10 milyara geldiğimizde bu pullar sırayla muhakkak çıkacak diye bir kural da yoktur. Eğer yalnızca 1’den 10’a kadar pulların sırayla çıkması 10 milyarda 1 ihtimal ise, vücudumuzdaki had ve hesaba gelmez atomların, hücrelerin, organların oldukça karmaşık, ama intizamlı bir şekilde dizilmeleri kaçta kaç ihtimaldir. Bunu bütün bitki, hayvan ve insan vücutları için bir düşünün.
Bütün bunların tesadüfe havale edilmesi yalnızca önyargı ve şartlanmışlıktan kaynaklanmaktadır.
Yani ateistler bir kabulle hareket ediyorlar. Onlar “Ben böyle diyorum ve bu böyledir” iddiasındalar.
Martin Lings “Antik İnançlar ve Modern Hurafeler” adlı kitabında şunları anlatır: Sarbonne Üniversitesi zooloji eski profesörlerinden Yves Delage şöyle der: “Bugüne kadar bir başka türün atası olan her hangi bir türe rastlanmadığını, böyle bir şeyin bir kerecik olsun gerçekleştiğini gösteren hiçbir kanıt bulunmadığını kabul ediyorum. Ama yine de evrimin nesnel olarak kanıtlanmışçasına doğru olduğuna inanıyorum. Sözün kısası bu konuda bilimin bizden beklediği, kendisine iman etmemizdir. Ve gerçekten de evrim düşüncesi, genel olarak bir tür ilham edilmiş gerçek kılığında ileri sürülmektedir.”1
Encyclopedie Française’in (canlı organizmalarla ilgili) 5. cildini hazırlayan Fransız jeoloji uzmanı Paul Lemoine çeşitli yazarların makalelerinden sonra, sonuçta şunları söylüyor: “Bütün bunlar gösteriyor ki, evrim kuramı imkânsızdır. Aslında dış görünüşe rağmen, artık hiçbir kimse evrim kuramına inanmamaktadır… Evrim, artık çobanların inanmadığı, ama sürülerinin selameti bakımından savunmayı sürdürdükleri bir tür dogmadır.”2
Bu yönüyle ateistlerin evrimi kabul ettirmek için, tahakküm yaptıklarını söyleyebiliriz. Yani delilsiz bir iddia, sanki ispat edilmiş gibi büyük bir yaygarayla herkese kabul ettirilmek isteniyor. Şu fıkrayı bilirsiniz, ama ben yine de anlatayım: Temel arkadaşlarına bilmece sormuş “Saridur, kafeste durur, cik, cik öter, bilün bakayum bu nedir?”. Arkadaşları “Kanarya, bülbül” falan deyip bütün öten kuş cinslerini saymışlar, nafile Temel hep “Yanlış” demiş.
“Bilemedük, sen söyle!” demişler. Temel “Hamsidur” demiş. Arkadaşları kızmışlar “Hamsi sarı olur mu?” demişler, Temel “Boyadim oni” demiş. “Kafeste olur mu?” demişler. “Koydum oni” demiş. “Cik cik öter mi?” demişler. Temel gülmüş “Bu da bilmecenin şaşırtmacasidur” demiş.
Ateizm, Temel’in bilmecesi gibi bir bilmecedir
Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.