ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Necip Fazıl 1

YUSUF İSA ULUTAŞ

08 Temmuz 2013 Pazartesi 02:15
  • A
  • A

Dersten çıkıyorum.bugün Çarşamba Pazar yeri kurulmuş. Gençler görüyorum. Ellerinde ders kitapları…kimi mühendis olacak; kimi doktor, kimi öğretmen. Kulağıma bir çocuk sesi geliyor.Ağlamak üzere olduğu sesinden belli. Gözlerim sesin sahibini arıyor. Bulmakta zorlanıyorum.Pazar kalabalık. Ben sesin sahibini ararken kimi insanlar alışveriş derdinde, kimi patatesin fiyatını sorarken, kimi salatalık kimi de armut alıyor. Çocuğun sesi bir an kısılıyor. Gençler pazardan geçmeye devam ediyor. Burası kampüs çıkışı. Geleceğin avukatları, eczacıları buradan geçmekte. Ben merakla artık gelmeyen sesin sahibini aramaya devam ederken, aynı çocuğun sesi tekrar duyuluyor. Bu defa ağlamaklı ses daha da yükselmiş ve artık imdat istiyor. Pazarda telaş; kimisi çileğin fiyatını sorarken, kimiside muz alma telaşında çocuğu gören mi, ben dahi yeni bulmuşum. Belli ki annesini kaybetmiş-yada annesi onu kaybetmiş, ama bu imkansız-.yanına yaklaşıyorum ufaklığın. Derdini anlatamıyor ağlamaktan. Küçük ellerini tutuyorum. Güven dolu gözlerle bakıyor. Lakin benden başka kendisiyle ilgilenen olmadığı için gözünde belki de bir meleğim. Birlikte zabıta amcaların yanına gidiyoruz. Annesini bulmak ümidiyle. Çocuk kendinden emin. Ben korkuyorum. Ya götüremezsem annesine …

“Asımın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar…
O rüku olmasa dünyada eğilmez başlar,”
Mehmet Akif ersoy

Tam otuz yıl gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum, dediği yıllar artık geride kalmıştı. Büyük velinin eşiğine yüz sürmüştü bir daha bırakmamacasına.Onun Abdülhakim Arvasi ile tanışması aynı zamanda güçlü kalemini bir davaya adamasının bir başlangıcıdır. Bu tanışma onun için bir dönüm noktasıdır. 1934 yılına kadar gidecek bir yol ararken ve bohem bir hayat yaşarken, bir iş çıkışı rastladığı, Hızır şahsiyetli bir insanın tavsiye ettiği, Nakşibendi şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanışmaya gider. Ve ilk tanışmalarında Necip Fazıl’ın dilinden şu mısralar dökülür.
“Bana , yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!”
O yıllara kadar gidecek bir yol ararken, 1934 yılından sonra davası ile yaşamaya başlar. Ve çile dolu yıllar çok yakındır.

Şair artık çalışamamaktadır. Sanatı ile gençliği ve cemiyeti yoğuracağı hapisler, kovuşturmalar ve iftiralarla uğraşacağı yıllar gelip çatmıştır. Son anlarına dek kendi başına bile kalsa sürdüreceği Büyük Doğu davasını 17 eylül 1943’te ilk sayısını çıkardığı Büyük Doğu Mecmuası ile başlatmıştı. Üstad, Büyük Doğu dergisinin ilk sayılarından itibaren yazdığı ideolocya örgüsü ile gençliği ve cemiyeti yoğurmaya başlamıştı.

Davasını herhangi bir rejime alternatif olarak değil, İslam’ı yeryüzüne saf bir ideal ile tanıtma işi olarak tanımlıyordu. Ve bilinmesi kolay olan bilgileri kullanarak, onlara uygun yaşayan ve ebediyet ölçüsü ile zamanı ve mekanı fetheden hayat mimarisini kurmaktır, diyerek hedefi apaçık ortaya koyuyordu. Onun hedefi Asımın Nesli’ni namusunu asla çiğnetmeyen ve dahi çiğnetmeyecek nesli yeniden yetiştirmekti.

Necip Fazıl;
“Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin cömert nil, yeşil tuna;
Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna?”
diyerek Asımın Neslinin karanlıklar da kaybolduğunun farkındaydı. Ve bu gençliği ya o karanlığın içinden çekip alacak yada yeni bir nesil yetiştirecekti.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.