Başbakan Yardımcısı Arınç, 17 Aralık operasyonuna ilişkin, "Başbakanımızın yaşadığı ve bizim de şahit olduğumuz olaylardan yola çıkarak diyeyim ki, eğer bunlara karşı Hakimler ve Savcılar Kurulu'nda bir şey yapılmamış olsaydı, emniyette bir şey yapılmamış, idarede bir şey yapılmamış olsaydı, bugün Türkiye, tam bir kaosun içinde kalırdı. Ortada ne hükümet ne parlamento kalırdı. O, hedefine ulaşsaydı hükümetle birlikte Türkiye'yi çökertecek bir operasyondu" dedi.
Programda dersaneler konusuna değinen Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısında dersaneler konusu gündeme geldiğinde, Başbakan'a bu konuda neden bu kadar ısrarcı olduğunu sorduğunu söyledi.
Başbakana, "Siyaseten bakarsak önümüz seçim. Seçime giderken bir bir oy hesabını bile yapıyoruz. İkincisi bir geçiş dönemi gerektiriyor" anımsatmasını yaptığını ifade eden Arınç, şunları söyledi:
"Başbakan bana, bunların hepsini bilmiyorum. 'Derhaneler üzerinden beni, hükümetimi tehdit ettiler. Şunları ortaya çıkarırız, bunların hazırlığını yaptık, bunları piyasaya süreriz. Ben de 'Onların restine, blofüne karşı restini gördüm' dedi. 'Elinizde ne varsa çıkarın, ne yapacaksanız yapın. Ben sözümden dönmem. Demek ki sonunda bu alçaklığı da yapacak mıydınız?' diye onlara söyledim, dedim. Önce inanamadı ama ben dershane konusundan sonra her şeyin bittiğini ve olumlu noktaya evrildiğini düşünürken bombalar patlamaya başladı. Demek ki Tayyip Bey, Başbakanımız haklı çıktı. Mesele dershane değilmiş, aynı Gezi'deki gibi 3-5 ağaç meselesi değil, başka bir şeymiş.''
Başbakan Yardımcısı Arınç, 17 Aralık operasyonuna ilişkin, "Başbakanımızın yaşadığı ve bizim de şahit olduğumuz olaylardan yola çıkarak diyeyim ki, eğer bunlara karşı Hakimler ve Savcılar Kurulu'nda bir şey yapılmamış olsaydı, emniyette bir şey yapılmamış, idarede bir şey yapılmamış olsaydı, bugün Türkiye, tam bir kaosun içinde kalırdı. Ortada ne hükümet ne parlamento kalırdı. O, hedefine ulaşsaydı hükümetle birlikte Türkiye'yi çökertecek bir operasyondu" dedi.
Tutukluluk süreleri
Bülent Arınç'a, "Ergenekon ve Balyoz davalarının sanıkları uzun süre tutuklu kalırken, iş adamı Reza Zerrab'ın kısa sürede serbest bırakılmasını nasıl değerlendirdiği" soruldu.
Balyoz ve Ergenekon davasının sanıklarının tutukluluk sürelerinin de uzun olduğunu daha önce belirttiğini ifade eden Arınç, şunları söyledi:
"Diğerlerinin tutuklulukları şu kadar sürdü diyorsunuz. Ben o konuda çok şey söyledim. Çünkü evrensel hukuk prensipleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İnsan Hakları Sözleşmesi, bizim kendi ictihatlarımız, uzun tutukluluk sürelerinin kötü olduğunu söylüyor. Adil yargılamanın esas olduğunu söylüyor. Serbest kalmanın asıl, tutuklamanın istisnai olduğunu söylüyor. Ben ne Hilmioğlu hakkında, ne Başbuğ hakkında, ne Balbay hakkında "3 senedir oh olsun yatsınlar demedim, çıkmaları gerekir dedim. Çıkmaları için kanun değişikliği de yaptık, mahkemeler dikkate almadı. İyi ki 12 Eylül 2010'da bireysel başvuru hakkını referanduma koymuşuz da bereket Anayasa Mahkemesi imdada yetişti. Şimdi 'Onlar bu kadar yıl kaldılar, çıkmadılar bunlar bir ay sonra çıktılar' derseniz, o zamanki iddialarla bu zamandaki iddialar arasındaki orana bakmak lazım. Onlar özel yetkili mahkemelerde, çok sanıklı davalarda işte sanıyorum anayasal, hükümetleri devirmek, devirmeye teşebbüs gibi suçlamalardan yargılandılar. Bunlar hakkında ne iddiası var bilmiyorum ama hakimin verdiği karar, 'Suç vasfı değişebilir' filan olmuş. Ben bu konuda bir tek şey söyleyeyim, bu vicdanları yaralamıştır. Aynen öbürlerinin vicdanları yaraladığı gibi. Ama şu gözle bakmıyorum, 'Kalsınlar içeride, çıkmasınlar, şöyle olsun böyle olsun'. İyi bir yargılamayla, kimin ne yaptığını görmemiz lazım. Bu bir iş adamıysa, bu da bir iş adamıysa ikisi arasındaki para alışverişinin kamuyu ne kadar ilgilendirdiğini ben bu yargılamada görmek istiyorum. Dışarıya aksettirildiğiyle asıl dosyada olanlar birbiriyle uyuyor mu, asıl onları görmemiz lazım. Çok farklı şeyler çıkabilir. Benim avukatlık hayatım bu farklı şeylerin her birisini ayrı ayrı görmekle, yıkanmıştır. Mesela biz öyle davalar görmüşüzdür ki içeride esrar bulundu, adam yargılanıyor, eskiden çok da ağır cezaları vardı bunun. Ama 'suç tasnii' diye eski ceza kanununda bir hüküm vardı: Suç uydurmak veya o kişiye suç izafe etmeye suç tasnii derlerdi. Polis kardeşlerimi çok seviyorum ama, içeriye girilmiştir, arama bahanesiyle yatağın altına bir esrar plakası konmuş olabilir. Veya bir evde arama yapılırken içeriye bir tabanca bırakılmış olabilir. Sonraki zabıt sırasında da 'Evde arama sırasında bir tabanca bulunduya' dönebilir. Bir ihtimal olarak söylüyorum. İşte bu konuya ciddi bir yargılama sürecinden sonra bakmamız lazım. Bazen adam öldürmeye teşebbüsten dava açılır, yaralamaktan ceza alınır. Orada suç vasfı değişebilir. Ve hakimlerin bu klasik suçlamalara verdiği kararlardan birisi de suç vasfının değişme ihtimalidir. Dolayısıyla burada böyle bir şey var mı yok mu ben onu çok fazla incelemedim. Ama dışarıdan baktığım zaman çıplak gözle, haklarında bu kadar çok şey konuşulan birtakım görüntülerle de herkeste bir algı meydana getirilmiş bir olay hakkında da böyle bir tahliye kararı herkesi sevindirmiş midir, herkesi memnun etmiş midir derseniz, ben 'hayır' deme noktasındayım."
Dershane konusu
Dershane konusuna değinen Arınç, şunları söyledi:
"(Bu dershane işinden vazgeçin) diyemez bize kimse. Bu bir siyasi karar. Bazen doğru olur bazen yanlış olur. Yanlış olursak bunun sonucunu yine siyaseten görürüz. Ama doğru olursa gençlerimiz kazanır. Bunun karşılığı 'ben de seni yıkarım, ben de seni dinamitlerim, benim de elimde kasetler var, ben bunları piyasaya sürersem' dediğiniz zaman kimse onlar, o zaman bunlar dershaneler üzerinden cemaate mensubiyetlerini iddia ettikleri kişiler. Başbakanın bizzat kendisine, 'elimizde bunlar var. Biz bunları piyasaya süreriz, hükümetiniz bunlarla karşı karşıya kalır, bu işten vazgeçin...' Yiğit adam bizim Başbakanımız. Bunların altında kalacak adam değil. 'Elinizden geleni ardınıza koymayın, Bu işi yapacağız. Siz de ne yapacaksanız yapın' dedi.
Sonra onlar devam ettiler her akşam televizyonlarında. 11 senedir gazetelerinde görmediğimiz başlıklar, muhalefetin ne kadar iri kıyım adamı varsa onun ağzından hükümete küfür etmekler, hakaret etmekler... Bunlar tutmadı, 17 Aralık'ta da bu kaset dolayısıyla bu bakan, bakan çocukları vesaireler. Bir baktık ki işin iki boyutu var. Bir soruşturma yapılacak, bir soruşturmadan sonra da insanlar gözaltına alınacak, ondan sonra tutuklanacak. Belki ondan sonra da iddianameyle davam açılacak belki. Bizim bildiğimiz yargı süreci bu ama bir yerdeki bir savcıyla bir yerdeki bir emniyet müdürü, bir yerdeki bir başka eleman, bir yerde bir başka bürokrat bir zincir oluşturmuşlar sadece kendileri biliyor ne yaptıklarını. Amiri bilmiyor, memuru bilmiyor ve hatta birilerini pasifize etmişler kendi görevlerinin üzerine almışlar."
''Bu ortaya çıkarılmak istenen olay fevkalade çirkin bir olay'' diyen Arınç, şöyle devam etti:
''Bir bakanın bir bakanın oğlunun para karşılığı iş yapan bir sürü adamlarla bir ilişkisi varsa para konuşuluyorsa, bu para karşılığında da bürokratlar, bakanlar, bakan çocukları siyasi nüfuslarını kullanıyorsa dünyanın en aşağılık işi budur. Bu dünyanın her yerinde de böyledir. Yolsuzluk dünyanın her yerinde vardır, rüşvet dünyanın her yerinde vardır, haksız çıkar sağlamak dünyanın her yerinde vardır ama bunu milyonlarca insan da bunu lanetli bir iş olarak görür. Kamu vicdanı dediğimiz şey adalet dediğimiz şey bunu kabul etmez. Yolsuzluk insanlık tarihi kadar eski bir şey ama bunun yapılmaması lazım. Çünkü bir insan milyonları milyarları konuşuyorsa o kendi kazancı değil, alın teri değil, milyonlarca insanın alın terini alıyor bir başkasına aktarıyor. Bununla ilgili bir yargı süreci elbette olur, bunun sonucunu elbette hepimiz bekleriz, adalete olan güvenimizin de tam olması lazım.''
"Belki daha yukarıdan bir üst akıl Türkiye'de böyle bir operasyonu planlamış"
Bülent Arınç, 17 Aralık operasyonu ve sonrasındaki gelişmelere ilişkin yöneltilen "Fethullah Gülen Türkiye'ye dönseydi bu tartışmalar olur muydu" sorusu üzerine, "Yani dönmediği zaman da böyle bir tartışma olmadı. Yine dönmedi peki bunlar neden oldu? Ben zannediyorum bir üst akıl -bundan hocaefendiyi de kastetmiyorum- belki daha yukarıdan bir üst akıl Türkiye'de böyle bir operasyonu planlamış" dedi.
"Kimden bahsediyorsunuz, bir ülkeden mi bahsediyorsunuz" sorusuna Arınç, "Üst akıl işte, üst akıl. Söylemem, bilsem de söylemem. Ergenekon davası 5-6 yıl sürdü, hala birinci ismi öğrenebildiniz mi? Öğrenemediniz" karşılığını verdi.
Bülent Arınç'a, programda şu soru da yöneltildi:
"Sayın başbakan sürekli 'örgüt' diyor ve son MGK toplantısında da tam ismi konulmadı ama onu tarif edecek şekilde yani o camiayı, bunların üzerine gidileceği şeklinde topyekun bir mücadele açıklaması yapıldı. Soruşturma yapılacak mı bu insanlara karşı? Çünkü en büyük eleştirilerden biri de 'Bu insanları alıyorsunuz, paralel devlet iddiasıyla, aslında yolsuzluk soruşturmasını soruşturduğu söylenen insanları suçluyorsunuz ama bunlar hakkında hiçbir işlem yapmıyorsunuz' şeklinde yoğun bir eleştiri var, siz bir avukatsınız, hukukçusunuz, onun için bunun biraz daha ciddiyetini biliyorsunuz. Polisler binlerce polis alındı, savcılar alındı, 'bunlar paralel devlet' dendi ama haklarında bir soruşturma açılmadı. Bunlara şimdi 'örgüt' deniliyor. MGK kararı var. Nasıl bir örgütün üzerine gitmeyi düşünüyorsunuz? Tamamı mı, Fethullah Gülen de dahil mi? Yoksa sadece belli isimlerle mi sınırlı bu?"
"(Seni şöyle yapacağız, böyle yapacağız) tehditleri"
Arınç, soruya cevaben şöyle dedi:
"Şimdi tabii Sayın Başbakan'ın bu sözleri bir gerçek. Sayın Başbakan, karşılaştığı olayların etkisinde. Yani kendisini topyekün hedef almış, hatta bazı tehditler, tarih vererek, 'Seni şöyle yapacağız, böyle yapacağız' tehditleri karşısında, hakaretleri karşısında aile mahremiyetine girilmesi karşısında bunu yapan vaya yaptıran insanlara karşı, bu tabirleri kullanıyor. O bunun şuurunda, onun hissiyatı, duyguları veya bildikleri konular böyle bir tanımlama yapmak için bence yeterli olabilir. Sayın Başbakan'ın kendi gördükleri ve yaşadıklarıyla ilgili eğer 17 Aralık'ta muvaffak olsalardı, 25 Aralık'ta muvaffak olsalardı, mesela son çıkan kayıtlarda onu da bir Bakanlar Kurulu sonrasında söyledim. 107 klasörde 2280 kişinin ilgili ilgisiz dinlendiğini biliyoruz. Şimdi iki klasörde daha 700 civarında kanunsuz dinleme tespit edildi. Daha 125 klasöre varmadık. Yani İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı elinden dosyaları alınan savcıların yine usulsüz olarak yaptığı işlemlerde şu anda bu kadar tespit yapabildik. Kim bilir şimdi özel yetkili mahkemeler kalkıyor ya, ondan sonra çıkacak dosyalarda, daha önce görülen davalarda veya şu anda soruşturma kapsamında dinleme kararı alınmış olanlardan eğer alelacele imha edilmeyenler elimize geçerse kim bilir kimilerinin de ne yaptığını millet görecek.
Başbakanımızın yaşadığı ve bizim de şahit olduğumuz olaylardan yola çıkarak diyeyim ki eğer bunlara karşı Hakimler ve Savcılar Kurulunda bir şey yapılmamış olsaydı, emniyette bir şey yapılmamış, idarede bir şey yapılmamış olsaydı, bugün Türkiye, tam bir kaosun içinde kalırdı. Ortada ne hükümet ne parlamento kalırdı. Sadece bu kadarını böyleyeyim. O, hedefine ulaşsaydı hükümetle birlikte Türkiye'yi çökertecek bir operasyondu. E bu kadar ağır şey söylüyorsunuz, 'Ortada daha ne var', daha ne olsun. Her şey yeni yeni ortaya çıkmaya başladı. Çok şükür hükümet duruma hakim, hamdolsun, yapılacakları yaptı, hala yapacakları var, onları bir plan dahilinde yapacak. Ama bir hukuk devletiyiz biz. Kulağından tutup da adamı diz çöktürecek halimiz yok. Ne ise onlar ortaya çıkacak idari soruşturmalarla ve sonucunda da 'Siz böyle bir işi neden yaptınız, nasıl yaptınız' diye bir hesap sorulacak."
Son dönemde yurt dışından AK Parti'ye yönelik eleştirilerin geldiği belirtilerek, "Bu sizi üzüyor mu, öz eleştiri yapma ihtiyacı duyuyor mu hükümetiniz" denilmesi üzerine Arınç, kendi içlerinde öz eleştiri yaptıklarını, dışarıdan da eleştiri geldiğini ifade etti.
"Bu konuda herkes çok özgür. Kalemi alan yazıyor, ağzı olan konuşuyor. İster 'eleştiri', ister 'hakaret' diyin herkes en ağırından yerli yersiz konuşuyor" ifadelerini kullanan Arınç, bunların hepsini okuduklarını, iyi niyetli olanlarından yararlandıklarını söyledi.
Arınç, "İyi niyetli olmayanlar mesela bazı gazetelere ne yapsanız siz başlıklarını değiştiremezsiniz. Sırf bu hükümeti yıkmak için çıkarılan yayın organları, televizyon ekranları var. Bunları da herkes bilir. 'Bugün hava ne kadar güzel' deseniz, birinci sayfasında kasvetli bir havanın fotoğrafını koyar bunlar, başka bir şey koymazlar" diye konuştu.
Bu yayınların konjonktürel olarak neden çıktıklarını az çok bildiklerini ifade eden Arınç, "Buradan ayrılan öbür tarafa koşar, öbür taraftan gelen bu tarafa geçer. Basınımızın hali bu ama ne yapalım ki dünyanın her yerinde böyle. Hükümete karşı muhalefet ediyorlar, yıkıcı bir iş yapıyorlar diye kızacak halimizde yok onların görevi bu. Biz bu konuda çok tahammüllüyüz hamd olsun. Yeter ki hakaret olmasın. Eleştirsinler, biz eleştire eleştire büyüdük. Benim siyasi hayatımın dörtte üçü muhalefette geçti" ifadelerini kullandı.
"Bu insanlara karşı bir zulüm, bir haksızlık"
"Basının özgür olmadığına" yönelik eleştirilerin hatırlatılması üzerine Arınç, şunları söyledi:
"Basın özgür değil, diyenler bize bazen 49 kişi, bazen 63 kişi diyorlar. Çıkarıyoruz çetelesini, bunların yüzde 75'i hatta 80'i Terörle Mücadele Kanunu'ndan içeride olanlar. Terörle Mücadele Kanunu olmasa bu 45 kişi de dışarıda olacaklar. Tercihimizi ona göre yapacağız. Terörle Mücadele Kanunu bugün için gerekli mi? Gerekli olduğuna siyasi irade karar veriyor. Çözüm süreci bittiği anda da 'hadi bakalım koy sepete' diyeceğiz. Hatta ondan önce de bugünlerde, önümüzü görebilirsek, Allah'ın izniyle zaten çoğu maddesini değiştirdik, hadi artık kardeşim senin miadın doldu, son kullanma tarihin bitti, TMK güle güle, sepet havası, yapacağız bunu, hazırlıklarımız var. Yeter ki şu seçimleri geçirelim, şu çözüm sürecinde adımlarımız daha güçlü hale gelsin. Ne lüzum var, Türk Ceza Kanunu'nda zaten bir sürü hüküm varken bir de TMK'yı getirmişiz, insanlara katmerli cezalar veriliyor. Bu insanlara karşı bir zulüm, bir haksızlık. Propaganda suçunu düzenledik, diğerlerinde kısmi düzenlemeler yaptık arkasından da inşallah kanun kendisi gelecek."
Aralarında ABD, İngiltere'nin de olduğu yurt dışı ziyaretlerine ve buradaki görüşmelerine ilişkin bilgi veren Arınç, "Türkiye bugün artık ekonomik başarılarıyla çok övünüyor, çok anlatıyor ama Türkiye şu anda siyasi istikrarı noktasında da ilgi çekiyor, devam ediyor, etmeli, edecek, hükümet bu konuda ne yapıyor. Benim işim de o. Ben Sayın Babacan gibi rakamlar konuşamam, Sayın Maliye Bakanı gibi bütçe anlatamam ama Türkiye'nin siyasi haritasını ortaya koyabiliyorum. Chatham House'da mesela bugüne kadar 50 kişiyi geçmemiş dinleyici kitlesi, ben gittiğimde 253 kişi vardı. Sonunda da bir teşekkür mektubu geldi, 'çok canlı, çok güzel bir görüşme oldu' diye" ifadelerini kullandı.
"Biz çok oluyoruz"
"Bazı isimler veriyorsunuz, New York Times'e, Wall Street Journal'e biz kendimizi beğendiremeyiz, böyle bir çabamız da yok" diyen Arınç, şöyle devam etti:
"Orada belli insanlar, belli şeyleri mutlaka yazarlar. Bu ilintilerini bildiğimiz, neden yazdıklarını hemen hemen anlam verebildiğimiz şeyler. Ama bazı kuruluşlar var ki onları ciddiye alırız. Mesela Freedom House geldi benimle görüştü. Çok açık bir şekilde görüşme yaptık. Dini Özgürlükler Komisyonu geldi, benimle görüştü. Daha dün 20'ye yakın gazeteci geldi, onlarla görüştük. Onun öncesinde de gelenler beni buluyorlar. Azınlıklar, farklı inanç grupları, Türkiye'deki basın özgürlüğü vesaire soruyorlar. Ben de bildiğim kadarıyla anlatıyorum. İkna edebiliyor muyum, etmiyor muyum o ayrı bir şey. Bunlar bizimle görüşürken sorularına cevap alıyorlar ama raporları farklı oluyor. Bu neden? Çünkü onların yanında gelenler de veya onların başka temas ettiği kurumlar bizden farklı şeyler söylüyorlar bir; onların da Türkiye'deki haber kaynakları bizden farklı şeyler söylüyor iki. Bir de tabii eğer bir şey varsa AK Parti hükümetine karşı, herkes orada rolünü oynamak istiyor. Ben onlara teşekkür ediyorum, bir rapor bekliyorduk bu rapor geldi ama gerçekler öyle değil. Biz şu konularda şunları yaptık, siz bunlara teşekkür ettiniz, şimdi bizden başka şeyler bekliyorsunuz. 'Mahçup olduk' diyorlar, anlatıyorlar, bir daha gidiyorlar. Biz söyleriz, anlatırız, yaptıklarımız var, yapacaklarımız var. 'Efendim eskiden sizi desteklediler de şimdi döndüler', biz çok oluyoruz. Eskiden bir reklam vardı, 'Biz çok oluyoruz.' Öyle bir mal ürettik ki diğerleri bunun karşısında bizim çok olduğumuza hükmettiler. "
Avro Bölgesi'ndeki 17 Avrupa Birliği üyesi ülkenin 4 seneden beri ekside gittiğine dikkati çeken Arınç, "Biz dört seneden beri hamd olsun en aşağı 4,5'lardayız büyüme hızında. Ocak ayı ihracatı bir önceki yıla göre yüzde 14 arttı, Şubat ayı ihracatı bir önceki Şubat ayına göre yüzde 9 arttı. 155-160 milyar dolarları zorlayan bir trendin içindeyiz. Hala enflasyon, faizler tek haneli rakamlarda, İspanya'nın, Portekiz'in mahvolduğu bir global krizde, Yunanistan'ın yanıp tutuştuğu bir global krizde biz hamd olsun yüzde 9'lardayız" dedi.
"Oradaki istikrarın devamını, ülkenin bölünmemesini istiyoruz"
Türkiye'de 11 seneden beri tek başına devam eden bir hükümetin olduğunu belirten Arınç, şöyle devam etti;
"Birilerine göre bu fazla olmaktır, birilerine göre bazı engelleri aşmak için bazı şeyler yapılabilir, birilerine göre bir değişim ihtiyacıdır. 'Bu güçlü insan gitmeli, bu güçlü insanın hükümeti gitmeli, başkaları gelmeli' hevesi boş bir heves değil. Ama bunu demokratik usullerle, siyasetin kendi doğasıyla yapabilirsek o zaman meşru olabiliriz. Yoksa her şeyi tahrip etmek için yapılacak bir siyasi değişiklik Türkiye için de fevkalade zararlı olur. Bakınız Ukrayna'da önceleri AB karşıtları ile mevcut yönetim arasında bir kavgaya dönüştü, yüze yakın insan öldü. Sonra, tam 'İşler duruldu' derken Rusya, Kırım Bölgesi'ni işgal etmek üzere. O gösterileri başlatanların hiçbirinin aklına böyle bir şey gelmedi. Onlar AB, AB ile entegrasyon konusunu görüşüyorlardı, Ruslara karşı da iktidara karşı da bunun mücadelesini veriyorlardı. Ama şimdi Kırım işgal altına girmek üzere. Rusya Parlamentosu yetki veriyor, BM çaresiz, AB karşıdan seyrediyor. Kırım, Ukrayna bizi çok yakından ilgilendirir. Biz de oradaki istikrarın devamını, ülkenin bölünmemesini istiyoruz. Yani sizin bir olayı demokratik bir hak olarak görüp de işi şirazesinden çıkardığınız zaman nerede duracağı çoğu zaman belli olmaz. Birileri sigarasını yakmak için, Hüseyin Çelik'in böyle benzetmeleri çoktur, komşusunun da evini yakmaya niyetlenebilir. Bizde de 'bu hükümet gitsin de ne olursa olsun' anlayışının hakim olduğu belki az sayıda insan olabilir ama ülkenin istikrarını bozmak kimseye fayda getirmez."
Çözüm süreci
Arınç, çözüm süreciyle ilgili değerlendirmesinin ve bundan sonra atılacak adımların sorulması üzerine, siyasi irade olarak, 2012 Aralık ayında başlatılan çözüm sürecinin hep arkasında durduklarını ve eleştirileri karşıladıklarını belirtti. Bu sürede silahların sustuğunu, şiddetin durduğunu ve insanların zarar gördüğü eylemlerin yaşanmadığını aktaran Arınç, siyasi hareket olarak sürecin arkasında dururken, zaman zaman karşı siyasi hareketten eleştiriler geldiğini, örgütün de eskisi kadar yoğun olmasa bile bireysel bazı kötü davranış ve eylemleri olduğunu ifade etti. Arınç, "Nereden bakarsak bakalım Türkiye'de bir huzur var, insanlar sokağa çıkmaya başladı. Hakkari'de Şemdinli'de Yüksekova'da sabahlara kadar insanlar özgürlüğün tadını çıkarıyorlar. Askerimiz çok şükür sağ salim gidip geliyor, insanlarımız bir umutla geleceğe bakıyorlar" dedi.
Süreç boyunca konjonktürel olarak çok sıkıntılar yaşandığını aktaran Arınç, ancak Öcalan'ın geçen yıl 21 Mart'ta verdiği mesajın örgüt ve ona bağlı olanlar tarafından tutulduğunun görüldüğünü belirterek, "Yani yurt dışına gideceksiniz denildi onlar kısmen çıktılar, kısmen çıkmadılar. Silah yok, bundan sonra fikirler ve siyaset konuşacak dedi, ona itibar ediyorlar" diye konuştu.
İşin, kendileri açısından kolay, ancak örgüt açısından zor olduğunu dile getiren Bülent Arınç, şöyle devam etti:
"Çünkü onların denkleminde başka unsurlar da var. İmralı'yı seviyorlar, Öcalan'ı kendi başlarında görmek istiyorlar, ama bir de Kandil'i var işin. Yurt dışında başka merkezler var. Türkiye içinde siyaset ayakları var ve birilerinin birilerine yaranma gayretleri var. Onların her sözü belki bizi incitebiliyor, yaralayabiliyor, zarar verme kaygısını taşıyor ama sonunda süreç de devam ediyor.
Şimdi biz meseleye şu açıdan baktık, bir, eylemsizlik olsun. Yani insanımız artık gözyaşı dökmesin. İkincisi de meşru olan demokratik hakların hiç gec herkes için eşit olarak uygulanması lazım. Demokratikleşme paketimiz dün akşam kanunlaştı. Bunun içinde bölge halkını da Türkiye'yi de rahatlatacak pek çok şey var. Ama bu iş burada da bitmedi. Bu süreç devam ediyor. Bu bir proje değil, projeyi uygularsınız biter. Bu bir süreç. Bu demokratikleşme paketleri geçmişte de vardı. Son evresi dediğimiz kısmını da çıkardık. Bundan sonra yenileri de gelecek."
Anadilde eğitim
Anadilde eğitim konusunda çok düşündüklerini belirten Arınç, "Anadili inkar etmek mümkün mü? Ama anadilde resmi eğitim yapılabilir mi diye baktığımızda bunu bir temel hak olarak görenler ne kadar haklıysa biz bunun hem anayasa hem kendi iç hukukumuz hem de bu dilde eğitim yapmanın nasıl olabileceği konusundaki endişelerimizi paylaştık. Sonunda dedik ki bunun bir örneği görülsün ama bu devlet eliyle olmasın. Özel eğitim kurumlarında anadilde eğitim yapacaksanız buyurun yapın. En azından bunu bir görelim" dedi.
Bülent Arınç, şöyle devam etti:
"Neden bunu da yaptık? Çünkü Kürtçe okutulsun, öğretilsin denildi bundan 10 sene önce. Açın kurslarınızı herkes öğrensin dedik. Kurslara gidildi ama 3 ay sonra kurslar kapandı. Halk ilgi göstermedi. Yani devam etmedi. Dediler ki efendim siz bizi aldattınız. Bu kursları niye biz açacağız? Siz bunları resmi olarak okullarda okutun. Şimdi seçmeli ders yaptık. Geçen seneden bu yana 5, ,6 ve 7. sınıflarda veya 5. sınıflarda Kürtçe ve diğer anadiller seçmeli olarak okutuluyor. Ama Kürtçe'yi ben öğrenmek istiyorum diyen öğrencilerin sayısı diğer derslere göre 8. sırada. Şimdi bütün bu verileri alt alta topladığınız zaman Kürtçe olarak fiziği verdi, kimyayı verdi, nasıl verdiyse, şunu verdi bunu verdi. Bu eğitimin diploması nasıl olacak? Bu diploma nerede geçerli olacak? Bu diplomayı alan insan nerede istihdam edilecek? Biz devlet olarak, hükümet olarak bunu da düşünmek zorundayız. Bunun denkliğini kim kabul edecek? Buna denklik verecek kadar bir eğitim kalitesini biz nasıl yapacağız."
TRT Şeş'e ekran yüzü ve Kürtçe haber okuyacak eleman bulmakta zorlandıklarını ifade eden Arınç, kanalın yayınlarına ilişkin de bilgi verdi. Sorani lehçesinde de geçen yıl yayına başlandığını hatırlatan Arınç, "Ama bu lehçeleri iyi konuşan insan bulmakta başta çok zorlandık. Her şey bir süreç içinde oluyor. Dolayısıyla diyoruz ki onlara şimdi alın, ister okulunuzda lisede ortaokulda nerede verecekseniz verin özel eğitim kurumlarında bunu serbest bıraktık diyoruz. Bununla göreceğiz eğer ciddi bir eğitim olursa ve bundan sonuç alınabilirse elbette gelecekte başka şeyler planlanabilir. Ama şüphesiz Anayasamızda ve diğer mevzuatımızda bunun yer alması lazım" diye konuştu.
"Cemaat" denen olguyla kendisinin yakın ilişkisi bulunduğunu dile getiren Arınç, "Fethullah Gülen Hocaefendi ile 1975-76 yıllarına dayanan bir tanışıklığının olduğunu" anlattı.
"Böyle bir olayın, cemaat denen sosyolojik olgunun içerisinde birtakım insanlar tarafından hükümete karşı bir yaylım ateşine tutulacak olmasının" kendisini şaşkınlığa, sükutuhayale uğrattığını dile getiren Arınç, "17 Aralık meselesi sadece bir telefon dinleme meselesi değildir. Yani biz 17 Aralık'ta başlayan veya öyle gördüğümüz, sonra 25 Aralık'ta biraz daha güçlenen, bugün de artık artçılarla arka arkaya gelen sanki bir savaşın içindeyiz. Böyle bir şey beklemiyordum ben şahsen. Böyle bir şeye de hazırlıklı değildim. Böyle bir durum karşısında sizden daha fazla endişeye düştüm" diye konuştu.
Dershanelerle ilgili düzenleme
Bakan Arınç, 1 Ekim'de yeni yasama döneminin başında Başbakan'ın, "Dershaneler konusu artık bu dönemde bitmeli" dediğini, bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'ya eski hazırlıklara yenilerinin ilave edilmesi konusunda görev verdiğini anlattı.
Bunun üzerine medya organlarında, televizyonlarda cemaatin üst noktasındaki mensuplarının kampanya başlattığını belirten Arınç, hükümetin bu konuda ciddi şekilde eleştirildiğini ve bu eleştirinin dozunun her geçen gün arttığını, olayın adeta husumete dönüştürüldüğünü kaydetti.
Hükümet olarak meseleye rasyonel baktıklarını, hükümet toplantıları sonrası yaptığı açıklamalarda, "Dershaneler konusunda menfi düşünüyoruz" dediğini ifade eden Arınç, şunları söyledi:
"'Çünkü bizim çocuklarımız da bu dershanelere gidiyor. Burada bakanların içinde çocukları dershaneye gitmeyen 5 tane adam çıkmaz. Biz de bu çocuklarımızı bu dershaneye gönderdik, üniversite giriş sınavlarında istifade ettiler. Sosyalleştiler, iyi bir arkadaş çevresi buldular. Eğer bu dershaneler olmasaydı lise mezunları nereye gidecekti? Öğrenciler bu yarışmaya nasıl hazırlanacaktı? Ücretleri pahalı mı? Tek başına ders alsalardı daha pahalı olacaktı. Dershaneler bunu da paylaştırdılar. Üstelik Doğu, Güneydoğu Anadolu bölgelerinin ayrıca huzur ve güvenliğinde de faydaları var. Bu meselelere bu açıdan da bakalım dedim. Şahsen ben bunu savundum, pek çok arkadaşımla birlikte, Başbakanımız buna da 'hayır' demedi."
Konuya, hem dershane temsilcileri hem öğretmenler, hem öğrenciler hem de öğretmen ve öğrencilerin aileleri olarak baktıklarını dile getiren Arınç, "Binlerce insan bu dershanelerden gelip geçiyor. Bugüne kadar da zararlı bir faaliyetleri görülmemiş. Rasyonel düşünelim; biz bunları özel okul haline getirmek istiyoruz. Acaba hepsi bunu yapabilecek mi? Yapabilecekse ne kadarlık bir periyot içinde yapabilecek? Bunları da düşünelim. Peki okullara döndü, ama bu okullar da bu öğretmenlere görev vermediler, bu öğretmenleri Milli Eğitim'e alabilecek miyiz? Ona bakalım. Özel okulların kontenjan sorunları var, onları da giderecek hangi tedbirleri alabiliriz? Başbakanımız Allah için 'çalışın' dedi. Çünkü 'Ben 2008'den beri söz verdim, artık bizim eğitim sistemimizden dershaneler kalkmalı. Her şey okulların içinde olmalı'. Biz yetkiyi aldık, ben başbakan yardımcısı olarak, Nabi Avcı bakanımız olarak. Sağ olsun Milli Eğitim Bakanımız, paydaşları çağırdı, toplantıda düşüncelerini aldı.
Orada bir kümelenme oldu; cemaat bir tarafta, dershaneler bir tarafta. Onun dışında ticari olarak olaya bakanlar bir tarafta. 'Bu yeterli değil, hepsi bir araya gelecek' dedim ben."
Daha sonra bir Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası alınan kararları kamuoyuyla paylaştıklarını anımsatan Arınç, ortaya 2015-2016 yıllarına uzanan bir geçiş dönemi koyduklarını, ayrıca öncelikle özel okula geçmek isteyenlere avantaj sağladıklarını bildirdi.
"Bülent Arınç şirk koşuyor dediler"
Arınç, yaptığı basın toplantısının ardından, dershane yöneticilerinin kendisini telefonla arayarak, daha sonra da bizzat ziyaret ederek teşekkür ettiklerini kaydetti.
Dershanecilerle yaptığı görüşmeyi anlatan Arınç, şöyle konuştu:
"Onlara şuna söyledim: 'Öyle bir gün gelir ki fitne çıkar, Müslümanlar birbirlerine düşerler. O zaman kim ayaktaysa otursun, konuşuyorsa sussun'. Yani herkesi sukunete davet bir hadis-i şerif. Daha da büyüktür de ben bunu söylediğim zaman zannettim ki hakikaten ortada fitneyi çıkartmak isteyen var. Biz susalım, onlar da susarlar. Biz kucağımızı açalım onlar da kucağını açarlar diye düşüneklerini zannettim, öyle olmadı. Bu camiadan yine o çok geveze insanlar, gazete ve televizyonlarında veya sağda solda konuşanlar benim bu sözümü kendi üstlerine aldılar. 'Biz fitne çıkarmıyoruz, dershaneleri savunmak fitnecilik mi' dediler. Ben bu lafı söyledikten 1,5 ay sonra Ali Bulaç kendi gazetelerinde bu hadis-i şerifi de başa koyarak aynı benim söylediklerimi yazdı ama bade harabül Basra... Benim o sözüme dikkat etmeleri gerekirdi, etmediler. İkincisini daha yüksek sesle söyledim, hem de Bursa'dan söyledim. Dedim ki 'Bakınız, bu camia bu cemaatler, bunlar sosyolojik varlıklardır. Hepsi bu ülkenin insanlarıdır. Ama siz dini bir cemaat olarak kendinizi görüyorsanız geçmişte yaşadıklarınıza bakın, 11 yıldır yaşadıklarınıza bakın'. Ve iki cümle söyledim; 'Siz varsanız biz de varız, biz yoksak siz de yoksunuz'. 'Vay biz senden yüz sene evvel de vardık. Sen yüz sene sonra da olacağız. Bülent Arınç şirk koşuyor' dediler. Aptal insanlar; bu kadar söylüyorum. Bu şirk koşmak olabilir mi? Ben sana bir şey söylüyorum. 11 sene önce sen ağır cezada yargılanan Fethullah Gülen Hocaefendi için dua ediyordun, koşuyordun; senin liderine "Fetoş" diye hakaret ediyorlardı. 'Fethullahcılar' diye sizi bir grup haline getirmişlerdi. 'F tipi' örgütlenmeydiniz. Ve size herkes sevgiyle bakarken devletin en üstündeki yargı organları bürokraside, ne varsa, sizi düşman olarak görüyorlardı. Başörtüsü meselesi böyleydi, üniversite böyleydi. Bürokraside nefes alamıyordunuz. Hocaefendinize 'örgüt lideri' diyorlardı. Ağır cezalarda, DGM'lerde yargılanıyordunuz. 11 seneden beri bu var mı? Süleymancı dediğimiz kardeşlerimizin kursları kapatılıyordu. Saçma sapan bir dua vermişlerdi. Bilmem hangi kursta bir ant içme töreni gibi. Hepsi yargılandılar kuran kursları kapatıldı. Başka camialar Türkiye'de öyle günler yaşadı ki sadece 28 Şubat değil, 20-30 sene evvelinde 163'üncü madde şeyi vardı, biliyorsunuz. Ben 50 tane dava takip ettim. 'Allah' diyen insanlar, yorumlar yapılmak suretiyle mahkum ediliyordu."
"Herkesin 'öcü' diyerek kaçtığı yerde..."
"Siz varsanız biz de varız" mesajını verdiğini hatırlatan Arınç, şöyle devam etti:
"Biz özgürlükleri geliştirdikçe sizlere geniş imkanlar sağladıkça siz varlığınızı büyütüyorsunuz. Herkes sizden korkuyor. Ben yurt dışına gittiğimde tek başına okullarınızı ziyaret ediyordum. Türkçe Olimpiyatları'na başladığınız zaman Meclis Başkanı olarak ben size sponsor oldum. Söze ödül verdim. Herkesin 'öcü' diyerek kaçtığı yerde 'Ben meclis başkanıyım, güzel işler yapıyorsunuz, sizi kucaklıyorum' dedim. Siz de bana teşekkür üstüne teşekkür, dua üstüne dua yaptınız. 'Bu dönemde oldu bunlar, kıymetini bilin' diyorum. Ve kendi varlığımızı sizin varlığınıza bağlıyorum, bunun şirk neresinde be hey adamlar. Sonra başka şeyler de söyledim anladım ki gözleri kan çanağına dönmüş, hiçbir doğruyu görmek istemiyorlar. "
Arınç, "Gülen de dahil mi, Fethullah Gülen de" sorusu üzerine şunları kaydetti:
"Onunla hiçbir irtibatım olmadı. Ben onunla, geçen Kasım ayında ABD'ye gittim görüşmedim, geçen Mayıs ayında gittiğimde görüşmüştüm, bugünlere ait inanın şu kadarcık bir şey hissetmiş olsam gam yemeyeceğim. Hep güzel şeylerden bahsettik. Hatta ben döndükten sonra bir televi programında intibalarımı da anlattım. Yani bütün camiasını hükümetimizin başarısı için dua etmeye çağırdığını, çok güzel şeyler yaptığımızı, benim sözümün bir başka türlüsünü bana defalarca söylemiş bir insan. Zaman zaman da telefonla görüştük., Dolayısıyla ben onu orada olduğu için çevresindeki insanlar ne yapıyor, ne söylüyor, bilmiyorum ama onu bir kenara koymak istiyorum. Benim buradaki için söyleyeceğim sözler burada kalsın."
Arınç, "Başbakan'ın, Türkiye'ye dönmesi konusunda ifadeleri var. Sizce de dönmeli mi, neden?" sorusu üzerine, "Ben az mı söyledim? Hüzünlü gurbet bitsin artık muhterem hocam, lütfen Türkiye'ye dönün. Türkiye'nin şartları değişti. Hem kendisine bizzat söyledim. O da vatan hasretiyle yanan bir insan. Benim görebildiğim kadarıyla Fethullah Hoca kadar yurduna, toprağına bağlı insan az bulunur. Odasında kaseler içinde Anadolu'nun her tarafından gelmiş topraklar bulunuyor" ifadesini kullandı.
"Örgüt lideri tanımlaması yapılıyor. Döner mi sizce?" sorusuna Arınç, "Döner, dönmez kendi kararı. Yani niçin dönmediğini ben kendi takdirine bırakıyorum. O farklı görebilir, farklı şeyler hissedebilir. Türkiye gelecekse hiçbir mani yok bildiğim kadarıyla. 'Niye gelmiyorsun' diye de hesap soracak halimiz yok" karşılığını verdi.
2001 yılında AK Parti kurulduğunda Türkiye'de siyaset kurumunun iflas etmiş olduğunu, o zamanki koalisyon dönemlerini, milletvekillerin, partilerin, hükümetlerin durumunu çok iyi tahlil ettiğini, bu konuları çok çalıştıklarını belirten Arınç, "Biz öyle bir zamanda kurulduk ki herkes bize geldi. Çünkü öbürlerinden nefret etmişti, bize yapıştı. Biz de o gün söz verdik, 'dürüst, ilkeli, kararlı, cesur olacağız' diye. Bugüne kadar da bundan vazgeçmedik" ifadesini kullandı.
Milletin hükümetten, yapılan hizmetlerden memnun olduğunu dile getiren Arınç, "Millet, bu istikrarın devam etmesini istiyor ve kumar oynamıyor millet. 5-10 kişi kumar oynayabilir de 'bunlar giderse yerine kim gelecek' düşüncesini senden, benden iyi düşünüyor" diye konuştu.
"Biz yazı da gelse tura da gelse şanslıyız bu işte" diyen Arınç, 30 Mart'taki seçimde iddialı olduklarını, gerisini CHP'nin düşünmesi gerektiğini söyledi.
Arınç, cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda "İlk turda bizim adayımız çıkacak" sözlerinin hatırlatılarak, "O adayınız Sayın Erdoğan olacak mı?" sorusu üzerine şunları kaydetti:
"Kim olursa. Yeter ki AK Parti aday göstermiş olsun. Öyle bir süreçten bahsediyoruz ki biz yarınımızdan emin değiliz. Neden? Hayat denen bir şey var. 40 tane şey karşımıza çıkabilir. O zamanın şartları, sağlık şartları, partinin durumu farklı olur. Kim kazanacaksa biz onunla çıkarız. Bu Sayın Başbakanımız da olur, bir başkası da olur. Siyasette amaç, kazanmaktır. Biz bugün her şeyimizle biliyoruz ki Başbakanımız başarılı bir başbakanlık döneminden sonra cumhurbaşkanlığına da adaylığı düşünür ve buna karar verirse kazanacağından eminiz. Bütün gücümüzle çalışırız. Çünkü o, bunu fazlasıyla hak etmiştir."
Bugün hükümete yönelik yapılanların hepsinin AK Parti'nin oy oranının düşürmeye, partiyi yıpratmaya yönelik olduğunu ifade eden Arınç, "Bunlar, Cumhurbaşkanlığı seçimini önlemeye yöneliktir, iki kere iki dört. Bu oyunu 30 Mart'ta bozduğumuz an, diğerleri de domino gibi yıkılacak" dedi.
Türkiye'de AK Parti iktidarının yükselen trendini gördükçe bir hesaplarının bozulduğunu düşünerek bir şeyler yapmak isteyenlerin olduğunu belirten Arınç, "Bizden ne başbakanlar ne hükümetler çıkar Allah'ın izniyle. Biz, zengin bir partiyiz. İnsan unsurumuz hem kaliteli hem zengin" diye konuştu.
Başbakan ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen ses kaydı
Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile oğlu arasında geçtiği iddia edilen ses kaydıyla ilgili görüşlerinin sorulması üzerine, şu yanıtı verdi:
"2001'den bu yana hem partinin bilançosunu kendi sitemizden günü gününe yayınlıyoruz hem de Sayın Başbakan kendi mal varlığıyla ilgili olarak bildirimlerini yapıyor. Yani 11 sene evvelinin 1 milyar lirası ne kadar kıymetliyse sizin söylediğiniz bugünkü para da o. Peki montaj mı? Amerika'dan alınan, şunlardan, bunlardan bahsedecek değilim. Bizim TRT'nin HD kanalı bu konuda bir çalışma yaptı. 'Oradaki teknik imkanlarla basit de olsa bir rapor verilebilir mi?' dedim. Konuşmanın tamamında alınan küçük örneklemeler 10 dakika 28 saniye olarak internete yüklenen konuşma kaydı 5 parçadan oluşuyor. Bu 5 ayrı parçanın içinde farklı konuşmalardan alınan cümle ve kelimelerin birleştirildiği gözlemleniyor. Hatta peşpeşe gelen bazı tekrar kelimelerin bile farklı zamanlarda yapılan konuşmalardan alındığı gözleniyor. 'Tamam, oldu, Sümeyye geldi mi' gibi kelimeler. Ayrıca para ve paranın miktarıyla ilgili yapılan konuşma bölümünde ses değişimleri hissediliyor. Bazı bölümlerdeki konuşmaların desibel olarak birbirine uyum sağlaması amacıyla filtrelendirildiği gözlemleniyor. Konuşmada birbiri üzerine çakışan cümle ve kelimeler yok. Bu konuşmada belli ayrı parçalardan alınan ya da tek parçadan alınan bölümlerden tekrar montajlanıp bambaşka bir diyalog geliştirilmiş. Yani baştan, sondan, ortadan alınan kısa cümleler ve kelimelerle sıradan bir konuşmaya dönüştürülebilir. Konuşmanın 6.48'inci saniyesinde Şehrizar'dan daire bölümünde, düşük desibelde verilen bir bayan sesi 'hayır' diyor. Ardından 'Sen nasıl bakıyorsun babacığım' diye devam eden bölümün ardından kadın ya da erkek sesi olduğu anlaşılmayan bir ses parçası, kalıntılar olarak konuşmada yer alıyor, diye uzun uzun bir şeyler yazmışlar."
Bunun resmi bir merciden, bilirkişiden alınan bir rapor olmadığını söyleyen Arınç, şöyle devam etti:
"Merak ettiğim için TRT'nin kendi imkanlarıyla, ilk planda ne seziyorsunuz bana iki kelime yazın dedim böyle bir şey getirdiler. Şimdi tanıdığım kadarıyla Sayın Başbakanımız düzgün insandır, ailesi, aile bağları güçlüdür. Namus anlayışına kefiliz, ahlakını biliriz, dindarlığından, çalışkanlığından, memleket severliğinden bir şüphemiz yok. Böyle paralar, milyonları milyarların hesabını yapacak bir insan değil. Bizden bin misli daha fazla çalışan bir insan günde kaç saatcik uyuyabildiğini bilmiyorum. Bir insana ayda 10 trilyon maaş verseniz bu başbakanlık yapılmaz."
"Bu konuşmalar, beni tatmin etmiyor. Ben bunların montaj, şu veya bu şekilde bir araya getirilmiş şeyler olduğunu düşünüyorum" diyen Arınç, bu tür dinlemelerin mahkeme kararıyla olması gerektiğini, ancak onun bir delil niteliği taşıyabileceğini söyledi.
Arınç, MHP'nin ve CHP'nin ses kayıtlarının TÜBİTAK tarafından inceletilmesi talebi olduğunun hatırlatılması üzerine, "MHP'nin böyle bir çağrısı varsa bunu saygıyla karşılarız ama CHP'nin böyle bir çağrısı olamaz. Çünkü onun başındaki insan zaten kararını vermiş, bunların doğru olup olmadığı noktasında değil ki ağzını aça aça 'bilmem ne baş' deyip duruyor" ifadelerini kullandı.
Başbakan Erdoğan'ın da yayınlanan ses kayıtlarının ne şekilde kanunsuz dinlendiği, bu ses kayıtlarının doğru olup olmadığının araştırılması konusunda bir talebi olabileceğini belirten Arınç, "Şu ana kadar bulundu mu, bilmiyorum" dedi.
Arınç, "savcılığın 15 Aralık sonrasındaki bütün delillerin yok edilmesi yönündeki bir talimatının basına yansıdığı, bu delillerin yok edilmesine dair talimat verildiği" iddiasını nasıl değerlendirdiği sorusuna, "Böyle bir talimatın gerçek olup olmadığını bilmiyorum. Dünkü Sayın Bozdağ'la ilgili gensoru sırasında bu konu tartışıldığında benim bildiğim, Bozdağ, bunu reddetti. Takip edelim, bu konu hakkında bir belge ortaya konabilirse ayrıca konuşalım" yanıtını verdi.
"Başbakan onurlu insan"
Muhalefet partilerinin sert üslubuna karşılık Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da konuşmalarının sert olduğuna ilişkin görüşe, "yüzde yüz doğru, sert konuşuyor" yorumunu yapan Arınç, yıllardır Başbakan'ın yanında bulunduğunu, ilk defa bu kadar sert konuştuğuna şahit olduğunu belirtti.
Başbakan'ın bu kadar sert olmasını, olaylar karşısındaki feryat figanını, yakından incelediğini belirten Arınç, "Onurlu bir insan Sayın Başbakan. Bu kadar iftiralar, ithamlar kendi şahsıyla ilgili olsa bunları daha yumuşak bir üslupla karşılayabilirdi. Ama bir insanın evladı, bir insanın eşi bir insanın çocuğu, bir insanın namusu ve ahlakı payimal ediliyorsa, başbakan bunu hazmedemiyor. Bu onun için belki üslup bakımından bir eksikliktir ama haysiyetli bir insanın buna karşı vereceği tepki olarak birazcık anlayışla karşılıyorum. Keşke buna rağmen daha sert olmayan bir üslupla bunları karşılayabilse ama herkesin mizacı, herkesin tabiatı biraz farklı" diye konuştu.