Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Avrupa'da yaygınlaşan İslamofobik nefreti de bir fırsat olarak değerlendiren Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ), 15 Temmuz sürecinden sonraki en büyük ihaneti, Avrupa üzerinden kendi ülkesine yapmaya başladığını belirterek, "Hem yurt içinde hem de yurt dışında bunu ortadan kaldırmak için daha yoğun bir çaba içinde olmalıyız. Diyanet İşleri teşkilatının, görev tanımlarını tamamen değiştirmeden yoluna devam etmesi mümkün değil." dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, 11 Kasım'da Minsk Camisi'nin açılışına katılmak üzere ziyaret ettiği Belarus'ta bir grup gazeteciyle bir araya geldi. Başkanlığın yeniden yapılanma çalışmalarına ilişkin açıklamalarda bulunan Görmez, gündemdeki konularla ilgili soruları yanıtladı.
Görmez, FETÖ'nün Avrasya bölgesinde güçlü bir yapılanma oluşturarak hem Müslümanların hem de bölge ülkelerinde yaşayan Türklerin duygularını istismar ettiğinin hatırlatılması ve "Bu kapsamda bu boşluğu doldurmak için yeni bir perspektif oluşturuyor musunuz?" sorusu üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet Vakfı'nın yurt dışı hizmetleri arttıkça FETÖ'nün Diyanet'i itibarsızlaştırma çalışmalarının da aynı oranda arttığına dikkati çekti. FETÖ'nün bu yöndeki çalışmalarının 2010 yılından itibaren başladığına işaret eden Görmez, "Üzülerek belirteyim, bizim bu coğrafyalara FETÖ'den dolayı bir özür borcumuz var millet olarak. Çünkü bu coğrafyada 100 yıllık fasıladan, fetret döneminden sonra yeşerebilecek İslam kimliğini de başka yönlere kanalize etmiştir, İslam aklını da heba etmiştir." diye konuştu.
- "Üç aidiyeti yok ettiler"
FETÖ'nün bölge ülkelerinde kurduğu müesseselerle çocukların üç aidiyetini yok ettiğini ifade eden Görmez, bunlardan birincisinin aile aidiyeti, ikincisinin kendi milletlerine olan aidiyet, üçüncüsünün ise İslam ümmetine olan aidiyet olduğunu söyledi.
Görmez, "Kendine bağlılığı ve aidiyeti hem aile bağı ve aidiyetinin hem millet aidiyeti ve bağlılığının hem de ümmet aidiyeti ve bağlılığının önüne geçirerek nesilleri yanlış yerlere kanalize ettiklerini ben söylemiyorum, buradaki bütün entelektüeller, bütün din adamları, bundan birkaç hafta önce İstanbul'da toplanan Avrasya İslam Şurasında her biri açıkça bunu ifade etti. Dolayısıyla bu tür dünyalarda küresel güçlerin emellerini gerçekleştirmek için çalışma yaparken Türkiye'den bir başka sivil toplum örgütü veya Diyanet gibi bir kamu kurumu gelip daha doğru hizmetler etmeye başladığında bu bir öfke ve nefret sebebi olmuş ve bu sebeple de yurt içinde Diyanet İşleri Başkanlığını yıpratmak ve itibarsızlaştırmak için çok yoğun bir mücadeleye girmişlerdir." değerlendirmesini yaptı.
- "Onlara bir tek camimizin mihrabını vermeyiz"
"Hem terör örgütü PKK ile hem de FETÖ ile iltisaklı din adamlarının görevlerine son verildi. Bu devam edecek mi, temizlendi mi tamamen?" sorusu üzerine Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığının bu yöndeki çalışmalarının aslında 17-25 Aralık sürecinden sonra başladığını ancak 15 Temmuz'dan sonra iki önemli karar aldıklarını hatırlattı.
Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Birinci kararımız, bu yapıya kalbini, ruhunu, aklını teslim etmiş herhangi bir arkadaşımıza bir tek camimizin mihrabını verip yola devam etmemiz mümkün değil. Ama ikinci önemli bir kararımız var, herhangi bir arkadaşımızın, bir mihrap görevlisinin, bir minber görevlisinin yanlışlıkla, haksız yere itham edilerek ihanet içinde olan yapının bir parçası olarak değerlendirilmesi asla mümkün olmaz. Diyanetin bu tür yapılardan kendisini koruma konusunda reflekslerinin güçlü olduğunu biliyoruz ama buna rağmen yanlış içerisinde olan arkadaşlarımızın varlığı ortaya çıktı, onlarla yolumuzu ayırdık. Ancak her bir elemanımızla ilgili müstakil bir soruşturmayı devam ettiriyoruz. Burada adaletten asla şaşmamalıyız. Bir tek arkadaşımızın dahi haksız yere bu ihanet içindeki yapı ile beraber anılmasına gönlümüz razı olmaz. Soruşturmalarımızın neticesinde herhangi bir arkadaşımız, masumiyeti ortaya çıkınca aynı yol ve yöntemlerle tekrar görevinin başına dönecektir."
- "İslamofobik nefret içinde yazılmayan, söylenmeyen şeyler"
FETÖ'nün yıpratma kampanyasıyla ortaya çıkan olumsuz imajı dönüştürmek için Diyanet İşleri Başkanlığının bir sosyal ve toplumsal çalışma yapıp yapmadığının sorulması üzerine Görmez, FETÖ'nün her düşünceden medyayı ve siyasi yapıyı kullandığına dikkati çekti. Bugün de Avrupa kamuoyunu Diyanetin aleyhine çevirmek için yoğun bir propaganda içerisinde olduğunu vurgulayan Görmez, Diyanetin 40 yıldır Avrupa'da yaşayan Türklere din hizmeti götürdüğünü, bunu açık ve şeffaf bir şekilde yaptığını söyledi. Avrupa'da Türklerin inşa ettiği 4 bin camide bugüne kadar kendilerini mahcup edecek bir tek hadisenin dahi yaşanmadığını belirten Görmez, şöyle konuştu:
"Oradaki millet varlığımızın barış içerisinde birlikte yaşama kültürünü geliştirmesine Diyanetin büyük katkısı olduğu halde bugün üzülerek belirteyim, bu yapı nasıl ki Türkiye'de son 5 yılda her düşünceden siyaseti ve medyayı kendi emellerine alet ederek Diyaneti itibarsızlaştırmak için kullandıysa, şimdi de Hollanda'da, Almanya'da, Avusturya'da, Belçika'da, Fransa'da, her yerde kendi ülkesini, oralarda millet varlığımıza hizmet eden Diyanet İşleri Başkanlığını ve çalışmalarını itibarsızlaştırmak için elinden gelen her türlü kötülüğü yapıyor. Bu kötülüğe alet olacak gazetecileri ve siyasetçileri de bulmakta zorlanmıyor. Çünkü Avrupa'da yaygınlaşan İslamofobik nefreti de bir fırsat olarak değerlendiriyor ve bence 15 Temmuz sürecinden sonraki en büyük ihaneti FETÖ, Avrupa üzerinden kendi ülkesine yapmaya başladı. Bunun farkında olmalıyız. Üç gün önce Almanya'da şahsım ve Diyanet İşleri teşkilatıyla ilgili yazılan yazılar, Diyanetin tarihinde İslamofobik nefret içerisinde olan hiçbir müessesenin, hiçbir kurumun, hiçbir şahsın bugüne kadar yazmadığı, söylemediği şeyler."
- "Din eğitimi sadece Kur'an kurslarına indirgenemez"
Mehmet Görmez, hem yurt içinde hem de yurt dışında bunu ortadan kaldırmak için daha yoğun bir çaba içinde olmaları gerektiğinin altını çizerek, şöyle devam etti:
"Diyanet İşleri teşkilatının görev tanımlarını tamamen değiştirmeden yoluna devam etmesi mümkün değil. Son 5 yıl içerisinde bütün görev tanımlarını değiştirmekle uğraştığımızı sizler de yakinen takip ediyorsunuzdur. Yani artık din hizmeti cami içine gelen insanlara namaz kıldırmaktan ibaret bir hizmet olamaz. Asıl mihrabın ruhunu dışarıya taşıyarak çocuklarımıza, gençlerimize, ailelerimize, engelli vatandaşlarımıza, kadınlarımıza, hapishanedeki vatandaşlarımıza, huzur evindeki yaşlılarımıza, Kredi ve Yurtlar Kurumundaki gençlerimize, her kesime ve hiçbir ayrım yapmadan topluma yönelik her türlü sosyal hizmeti, din hizmetinin bir parçası olarak kabul eden bir anlayışla yoluna devam etmesi gerekiyor.
Aynı şekilde din eğitimini sadece Kur'an kurslarına indirgeyip görevini yapması mümkün değil. Onu da toplumun her kesimine yönelik yaygın bir din eğitimine dönüştürerek ancak yoluna devam etmesi gerekiyor. Bu konuda hem Diyanet hem de vakıf yoğun bir faaliyet içerisinde."
- "Diyanetin çok acıklı bir tarihi var"
Yaşanan tıkanmanın 2000'li yıllardan itibaren başladığını ifade eden Görmez, "Diyanetin çok acıklı bir tarihi var. Türkiye'de daima din, devlet ve toplum ilişkileri gergin olduğu ve kesiştikleri noktada Diyanet bulunduğu için daima kendi asli hizmetini yapma konusunda engellerle karşılaşmıştır. Çeşitli zamanlarda Diyanetin, yasaların verdiği hizmetlerini ifa etmesi irtica olarak değerlendirilmiştir." dedi.
2010'lu yıllardan itibaren bunu yenilemek için çok yoğun bir çaba içerisinde olduklarını dile getiren Görmez, "Peki, tamamen yenilendi ve toplumun önüne geçti mi? Hayır. Ama şunu temin ederim ki 100 bini aşkın personeliyle, genç kadrosuyla bunu aşmak için çok yoğun bir çaba içerisindedir." ifadesini kullandı.
- "Güneydoğu'da yol haritamızı yeniledik"
FETÖ ile ilgili konuların Güneydoğu meselesi için de geçerli olduğunu belirten Görmez, çukur siyasetinin egemen olduğu zamanlarda bizzat Cizre'de, Silvan'da, Silopi'de, Sur'da vatandaşlarla beraber olduğunu anlattı.
Bu bölgelerde çalışan din görevlileriyle buluştuğunu anımsatan Görmez, "Doğu ve Güneydoğu'da 20 bin arkadaşımız görev yapıyor. Her biriyle hizmet içi eğitimlerde buluştuk ve yol haritamızı yenilediğimizi söyleyebilirim. Bunu yaparken kafası, kalbi, gönlü teröre veya ayrımcılığa, ırkçılığa kaymış olan herhangi bir arkadaşımıza, aynı şekilde mihrabı vermemiz mümkün değildi. Nitekim son haftalar içerisinde 250 arkadaşımızın görevine bu çerçevede son verildi. Ancak onlarla ilgili de soruşturmalar devam ediyor. Denetimlerimiz de çok sık bir şekilde sürüyor." ifadesini kullandı.
- "İslam dinini doğru anlatabilecek insanları yetiştirmeliyiz"
Gerek Türkiye'de gerekse Türkiye dışında, özellikle FETÖ travmasından sonra İslam'ı tanıtacak, anlatacak din görevlilerinin eğitim düzeylerinin buna cevap verecek noktaya getirilmesi konusunda bir çalışmaları olup olmadığı sorusuna Görmez, "Biz daha çok kendi yağımızla kavrulacak şekilde arkadaşlarımızı yetiştirmişiz. Aslında az önce çerçevesini çizdiğim evrensel, küresel ölçekte dünyanın her tarafında din hizmetleri yürütebilmek için daha farklı bir yapılanmaya ihtiyacımız var. İmam hatip lisesi müfredatından ilahiyat müfredatına kadar hepsini gözden geçirmemiz gerekiyor." karşılığını verdi.
Diyanet İşleri teşkilatının fakülteden sonra üç yıl eğitim verdiği dini yüksek ihtisas merkezlerinin, müftü yetiştiren merkezler olduğuna işaret eden Görmez, Kazakistan'dan Kırgızistan'a, Rusya'nın içerisinden Balkanlar'a, Afrika'dan Latin Amerika'ya kadar birçok insanın gelip bu eğitimleri aldıklarını bildirdi. Görmez, "Biz bu eğitimleri bölgelerdeki farklılığı dikkate alarak yenilemekle uğraşıyoruz. Onun için mutlaka bir diyanet akademisi kurulmalı ve diyanet akademisinde dünyanın her dilinden, dünyanın her coğrafyasında insanlara İslam dinini doğru anlatabilecek insanları yetiştirebilmeliyiz. Bu yöndeki çalışmalarımızı inşallah yakında duyacaksınız." açıklamasında bulundu.
- "İman ettikleri kitabı görmek için kuyruğa girdiler"
Görmez, Belarus ile ilgili bir anısı da paylaştı. Belarus'u 2008 yılındaki ziyaretinde İvya köyüne gittiğini anımsatan Görmez, TDV'nin başlattığı "Hediyem Kur'an Olsun" kampanyasının başlamasına da bu ziyaretin vesile olduğunu söyledi. Görmez, "Misafiri olduğumuz evde sabahleyin uzun bir kuyruk oluşmuştu. 'Sizin bu eve bir Kur'an-ı Kerim getirdiğinizi duymuşlar, hiçbir evde Kur'an yok, iman ettikleri kitabı görmek, öpmek ve başına koymak için insanlar kuyruğa girmişler.' demişlerdi. Onun için buraya bir gönülden bağlılığım da var bu sebeple." dedi.
- "Bütçemizin yüzde 94,6'sı sadece personel maaşı"
Görmez, bir soru üzerine Diyanetin bütçesiyle ilgili eleştirilere cevap verdi.
Her sene bütçe yapılırken en büyük tartışmanın, Diyanetin bütçesi üzerinden yürütüldüğünü dile getiren Görmez, Diyanetin, birçok bakanlığın bütçesine denk bir bütçesi olduğunun ifade edildiğini vurguladı.
Görmez, "Halbuki Diyanetin bütçesinin yüzde 94,6'sı sadece personel maaşıdır. Geriye kalan para 350 milyon liradır. Kaldı ki Diyanet sadece Türkiye'de hizmet vermiyor, bütün coğrafyalara bu hizmetleri götürmeye çalışıyor. Doğrusu Diyanet kendi milletine yük olmayan bir kurumdur. O sürekli tartışılan bütçe, personelin kendi maaşıdır. Normalde kurumların bütçesi hesaplanırken daha çok cari bütçe esas alınarak değerlendirilir. Türkiye'de bütün camileri halkımız yapar, her cuma imamlarımızın yutkunarak söylediği 'camiye yardım' hem oradaki camilerimiz için hem buradaki camiler için toplanan yardımdır aslında." değerlendirmesini yaptı.
"Hz. Muhammed: Allah'ın Elçisi" filmiyle ilgili değerlendirmesi de sorulan Görmez, filmin yönetmeni Mecid Mecidi'nin, kendisi henüz Diyanet İşleri Başkan Yardımcısıyken, bu filmi Türkiye ile beraber çekmek istediğini anlattı. Mecidi'nin TRT Genel Müdürlüğüne geldiğini, müzakerelerde bulunduğunu belirten Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü:
"TRT kabul etti bunu, beraber yapacaklardı. Medine'yi Konya'da, Mekke'yi Tahran yakınlarında bir yerde kurarak 'Çağrı'dan sonra İslam dünyasına Hazreti Peygamber ile ilgili en güzel filmi çekme iddiasındaydılar. Yazıldıktan sonra senaryoyu değerlendirmek üzere Başkanlığımıza gönderdiler. Bizim böyle resmi bir görevimiz yok ama bizden ricada bulundular. Senaryoyu İngilizcesinden baştan sona kadar okudum, mülahazalarımı ilgili birimlere bildirdim. Yönetmen mülahazalarımızı ciddiye alarak Türkiye'ye geldi. İstanbul'da yarım gün beni dinledi. Ben orada üç şey söyledim. Birincisi, 'Biz İslam medeniyetinin çocukları olarak Peygamberimizin mücessemleştirilmesini istemeyiz. Çocuk da olsa, kundaktaki bebek de olsa mücessem bir şey olarak gösterilmesi fıkhen caiz olsa dahi edeben ve diyaneten uygun bulmayız' dedim. İkincisi, 'Bu filmi yapacaksanız belli bir kültür evreninin içinde kalarak, belli kalıpların içerisinden bakarak değil dünyadaki bütün Müslümanların ortak siyer bilgisini harekete geçirerek yapmalısınız'. Üçüncüsü de 'Bu herhangi bir şahsın hayatı değil Peygamber hayatıdır. Peygamber hayatına dışarıdan hayali unsurlar konulmamalıdır. Aslına sadakatten asla şaşmamalıyız' dedim.
Daha sonra film sadece İran'da yapıldı, Türkiye'ye geldi, gösterime girdikten sonra da Diyanet olarak 8 maddelik bir açıklama yaptık. Açıklamamızın içerisinde bir hususun da altını çizelim, bir başka kültür evrenini eleştirirken bir başka uca saparak o uçtan hitap etmemeliyiz, orada adaletten ayrılmamalıyız. Yani mezhepçi bir dil kullanarak eleştirmek yerine, İslam'ın temel evrensel değerlerini dikkate alarak değerlendirmemiz gerektiğini zaten ben ifade ettim."
- "Hutbeler belgesel konusu"
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Müslüman ülkelerin din adamlarının 15 Temmuz ile ilgili düşüncelerinin sorulması üzerine, 15 Temmuz gecesi sabaha kadar, ayrıca onu takip eden üç gün boyunca da ayakta olduğunu söyledi. Bir taraftan kendi müftüleriyle görüşürken bir taraftan da dünyanın her tarafından ilim adamları ve diyanet işleri başkanlarıyla doğrudan iletişim içerisinde olduğunu aktaran Görmez, her ülkenin diyanet işleri başkanının kendisini aradığını ifade etti. Arayan din adamlarının, "Bu sadece size değil bu aynı zamanda bize yöneliktir. Sizin yıkılışınız bizim yıkılışımızdır." dediklerini anlatan Görmez, şunları kaydetti:
"Biraz eleştireyim medya mensubu arkadaşlarımızı, 15 Temmuz'dan sonraki cuma ,İslam dünyasında bütün minberlerde ne hutbe okundu, bu başlı başına birkaç belgesel konusudur. Gözyaşları içerisinde benim bizzat dinlediğim onlarca hutbe vardır. Sadece gözyaşları içinde Gazze'de okunan hutbeler başlı başına bir belgesel konusudur. 'Bu başarısız inkılap eğer başarılı olsaydı İslam ümmeti ne hale gelirdi' başlığını taşıyan yüzlerce hutbe irat edilmiştir. Biraz YouTube'a girin, eğer Arapça bilmiyorsanız yanınıza Arapça bilen bir arkadaşınızı alın ve o hutbeleri dinleyin derim ben."